Demokrasinin Türkiye’deki vazgeçilmez konumu nedeniyle şunu sorma hakkımız var: Demokrasiden bir Medinetü’l Fazıla çıkarmak mümkün mü? Müslümanlar olarak bir kendilik ortaya koyma çabamızın bulunmaması tahayyül edilemeyeceğine göre, bize özgü gündelik hayat yaşama hatta inşa etme çabamız olamaz mı?
ERCAN YILDIRIM
Yaşamak mücadele edilmeye değecek değerlerin toplamından oluşur. Dünya sadece mücadeleye dayanır. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki artık Kabil’in miras bıraktığı değerler karşısında munis, Habil’in temsil ettiği mutlak iyilik karşısında şedit ve acımasızız. Mücadeleye müstahak kaliteli düşmanı olmayan günümüz insanının pişkinlik içinde önüne her konulan değeri anında sahiplenip etrafına başkalarını çağırdığını görürken çaresizce bakakalıyoruz. Müşterek mücadeleyi teşvik edenleri hor görenlere utangaç, kötücül bir otosansür de geliştiriyoruz. Aslında hayret etmeyi unutmuş, hayreti hayranlığa dönüşmüş kültürel ortamımız var. Kabil’in torunlarının yaptıkları karşısında hayret değil hayranlık duyuyoruz. Tuhaf bir sinizmle yanlışı sürdürerek; yok daha da ötede onu iyi gösterecek katkıları esirgemeyerek var kalacağımızı düşünüyoruz. Bugün yaşıyorsak yarın varlıklı sefaletin çilesini çekmeyeceğimizin garantisini kim verecek?
‘ÖTEKİ’NDEN KAÇAN ‘BAŞKA’SINA SIĞINAN
1980 öncesinde Müslümanlar Türkiye’de kendilerini öteki insan öbeklerinden ayırıyor, ‘başka’ları gibi yaşamamak için kendilerine özgü gündelik hayat tasavvurları geliştiriyorlardı. Uzun 80’ler boyunca Müslümanlar yine kendi gündelik hayatlarını ikame etmek için yeni yollar aramaya başladı; dünya sisteminin imkânlarından azami ölçüde yararlandığı zaman İslami gündelik yaşamın yanında kamusal hayata Müslüman damgasının vurulabileceği kulağına fısıldandı. Artık 1990’lardan sonra Müslümanlar kendilerini ‘öteki’lerden ayırmamak için ellerinden geleni yapmaya, ‘başka’larıyla aynı şartlarda var olmak için en basit ahlaki iyi ve kötü değerlerini rafa kaldırmaya başladı. 2000’lerden sonra ise kamudaki sayısal üstünlük karşısında Batılı modernitenin en ileri gündelik yaşamını uygulama konformizmini gelişme olarak kaydedebilecek rahatlığa da kavuştular.
Aslında 1950’lerin ortasından itibaren başlayıp, 27 Mayıs’tan sonra canlanan ve furya halini alan tercüme hareketlerinin en önemli isimlerinden Mevdudi bir teklifte bulunuyordu. Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim, sadece bir kitap değil aynı zamanda iki dünya savaşı arasında başlayıp, II. Cihan Harbi’nden sonra şiddetlenen arayışın; moderniteyle birlikte egemenliği ele geçiren Batı medeniyetinin etkisini sona erdirecek yeni bir ruhun ortaya çıkmasını istiyordu. Sömürge altındaki İslam ülkelerinde öncelikle emperyalist Batı medeniyetinin fiili işgalinin, sonrasında da medeniyet değerlerinin tasfiyesi için sahici bir iradenin ortaya çıkmasını Müslümanlar çok istedi.
Devamı Cins Dergi Şubat sayısında..