Rus liberal ve sosyalistlere eleştirisini de “Cinler” adlı eserinden alıntılayarak toparlayalım: “Ne Rusya’yı ne de halkı sevdiler. Halkı olmayanın Tanrı’sı da yoktur oysa. Şuna kesinlikle inanın ki, halkı anlamayan, onunla bağlarını koparan insan, bunu yaptığı ölçüde yurduna inancını yitirir, ya dinsiz olur ya da duygusuz bir odun…”
TUBA KAPLAN
‘Klasikleri Niçin Okumalı?’ isimli eserinde Calvino, ‘Dostoyevski’yi severim çünkü tutarlılıkla, öfkeyle ve ölçüsüzce çarpıtır’ der. Bir edebi zevk alma uğruna Dostoyevski’yi okursan, bilindik birkaç eserine merakla girersen mesela psikoloji seviyorsundur filan, anlarım. Ancak Dostoyevski’yi bir fark yaratmak adına, belirli bir kesime atfederek yüceltmek adına okuyup aydın havalarına girersen o kısımda anlaşılmaz bir şey bulurum yani. Dostoyevski’yi seviyorum dediğin yerde Kemal Tahir’i anmaz burun kıvırırsan mesela ya da İsmet Özel’e dudak büküyorsan sendeki karşılıksız Dostoyevski havada kalır elbette. Birçok tiradını atlamış olursun adamın.
Bir başka şey sanat ve fikir adamlarının büyüklüğünün bizde Batıdan bir özdeşlik kurulduğunda pekişiyor gibi sunulması. Şöyle söylenir; Ülgener, Türk Weber’i; Sait Faik, Türk Çehov’u; Türk Shakespeare’i Türk Kafka’sı filan… Bizi ötekinden okuyan çok janti hareketler bunlar gerek duyanlar için. Kemal Tahir, İsmet Özel derken bunu kastetmiyorum; tutarsızlıktan dem vuruyorum yani.
Kitapları Türkiye’de defalarca basılıp, başköşe isim olmasına rağmen Dostoyevski’nin Batı karşıtlığının bilinmiyor olması enteresandır. ‘Puşkin üzerine Konuşmalar’ı hangi tarafa koyacağız mesela? Dostoyevski’nin Katolikliği ve Batı kültürünü yozlaşmış bulmasından bahsediyorum yani. Bir Yazarın Günlüğü’ndeki Türk karşıtı fikirler ele alınmalı mıdır? Karamazov Kardeşler’deki büyük engizisyoncu hikâyesinde Bulgaristan’da yapılan işkencelere Türklerin sebep olduğunu ifade eden Dostoyevski’ye tutunan kimdir? Dostoyevski’yi politik olarak kullanıp apolotikleştiren bir kesim elbette var. Bir yazarı eserlerinden, siyasi görüşlerinden, inancından ve felsefesinden ayrı düşünebilir miyiz? Saralar, kumar, aşklarla, özel mektuplarla, kişisel felaketleriyle biyografik bir taraftan eserlerine değebiliriz. Edward H. Carr ve Henri Troyat, Andre Gide ya da en iyisini yapmıştır mesela. Belki aforizmalarını dahi anlayabiliriz. Nabokov’un kendine has o alaycı tutumuyla üç beş malzeme de çıkarabiliriz. Ya da Mihail Bahtin gibi ‘ideolojik açıdan’ değil de biçimsel açıdan sanatsal yeniliğinden filan anlatabiliriz onu. Bunlar da gerekli tercihler elbette ama bile bile ihmal edilmiş bir taraf yok mudur? Yeterli mi bu kadarı? ‘Felsefemi, perspektifimi Dostoyevski’ye borçluyum(!), okudum hayatım değişti’ kısmı başka bir boyut. Alıntılar paylaşmak, duvar yazıları yazmak işin şov ve konfor olan tarafı tabi.
Devamı Cins Dergi Şubat sayısında..