Atlardan bahsederdi. Atların koşması, yelesinin rüzgârla savrulması onu heyecanlandırırdı. “Kitapta yeri var. Koşan atlara yemin var dikkat isterim.” diyordu.
MUSTAFA ÇİFTCİ
Muzdarip Abinin hastanenin bir köşesinde fotokopi çektiği bir odacığı vardı. Ben sürekli yanına giderdim. Geleni gideni çok olurdu. Konuştukları konular çok garip gelirdi bana. “Apartmanda herkese bir araçlık yer ayrılmışken neden başkasının yerine park ediliyor? Kul hakkı olacağından endişe edilmiyor mu? Alış verişten sonra neden fiş alınmıyor? Şahsın hakkını helalleşir ödersin de devletin hakkı nasıl ödenir?” Benim hiç gözetmediğim meselelerdi bunlar.
Muzdarip Abi ve arkadaşları sanki yaşamıyorlar da her an kopacak bir iplik ile dantel işliyorlardı. Kul hakkından korkmak, “teşekkür de şükürden bir şubedir” diye düşünmek, selamı yere düşürmemek, mahcup, yüzü yerde bir kişi olmak, ezik bir yürek ile yaşamak gibi ne çok şey duydum ben onlardan. Artık ben de ince görmeye çalıştım hayatı. Bilardo oynayanların vuruş hesabı yaptığı gibi kul hakkı gözetmeye başladım. Zor oluyordu. Hele bunca hızlı giden hayatta pirinçten taş ayıklar gibi kul hakkına giren, karşı tarafı inciten şeyleri ayıklamak yorucuydu.
Muzdarip Abiye neden öyle dediklerini de öğrendim. Muzdarip Abi hemen her cümlesini “Muzdaribim bu işten“ diye bitiriyordu. Ama ben yanına gide gele Muzdarip Abi demeyi bıraktım. Ne bileyim utandım. Ona Muzdarip Abi demek ızdırap duyduğu şeyleri hafife almak gibi geldi bana. Buna gönlüm razı olmadı. Ahbapları gibi ben de gerçek ismiyle hitap ettim. Halit Abi!
Devamı Cins Dergi Haziran sayısında..