Şöyle ki; halka inmeye çalışmayın azizim, halka çıkmaya çalışın. Tolstoy gibi yapın. Huzur orada. Halkın bilgeliğini hiç hafife almayın. Halka çıkarsan daha iyi anlayacaksın, Hegel’den duyamayacağın şeyi babaannenden duyarsan şaşırma sonra, Nietzsche’den mülhem değil köy kahvesindeki yaşlı amcanın hayat hakkında tespitleri. Sezgi de bizim, halk da değil yani. Şöylesi makbul, Tolstoyvari olsun hadi; sezgi de biziz, halk da.
GÜVEN ADIGÜZEL
EY AHALİ!
Sosyoloji bilimi ne der ‘halk’ için? Nasıl tarif eder onu? Yığınların bileşimi mi, kitlesel refleks gösterebilen topluluk mu, içe dönük tepkisiz kalabalık mı? Tam o anda ‘orada’ cari olarak yaşayanlar toplamı mı? Hepsi, birazı, hiçbiri ya da. Sosyoloji, sanayi devriminden beri hiç durmadan konuşur, sosyalbilimciler kitleleri yorumlar, toplum mühendisleri bir düğüm daha atarlar mevcuda ve ‘halk’ gider yine bildiği o türküyü okur, pratik budur çünkü. Hem de her seferinde. Aynı türkü. Burası tamam galiba. Fildişi Kule A.Ş bile artık kabul ettiğine göre, tamam sayılır. Peki, nasıl halk olunur, halk politik midir ya da halk kimlerden oluşur, soruları eşliğinde derin bir halk güzellemesi yapmak niyetiyle yola çıkmış değilim, kelimelerimi sıkı tutuyorum, tanka kafa attığı gibi, sosyoloji bilimine de çelme takabilen bir halk üzerinden konuşmak hiç kolay değildir çünkü. Göle maya çalan Nilüferlere bakmayın siz. Aslında bir meşrutiyet icadı olarak peuple / halk / narod yerine bu toprakların ruhuna yakışacak şekilde ‘ahali’yi kullanmak daha uygun sanki. ‘Ey’ nidasının ahalinin başında bu kadar şık durmasının bir anlamı olmalı zaten değil mi, ey ahali!
KÖYLÜLERİ NE YAPMALI?
Sosyalist şair Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz“ isimli o sert, hoyrat, acımasız ve lüzumu kadar politik şiirinde ‘kendi sorusuna’ cevap olarak söylediğidir; “çünkü onlar ağırkanlı adamlardır / değişen bir dünyaya karşı / kerpiç duvarlar gibi katı / çakır dikenleri gibi susuz / kayıtsızca direnerek yaşarlar… çünkü onlar yanlış partilere oy verirler.”