Kar yağıyordu ve dinmiyordu. Duruşunda bile bir süreklilik. Müziksizliği seviyordum. Oysa herkesin ama herkesin bir müziği vardı. Bu müziksizlik bu sessizlik içinde -eğer içinde değilse hemen yanı başında- olan biten birçok olay, birçok cinayet, birçok sevinç, anı bir arada duruyor ve bu sessizlik ve müziksizlik içinde anlaşılmayı geçtim; bilinmeyi bekliyordu.
HÜSEYİN ATLANSOY
Nasıl da bilmiyordum.
Daha niçine çok vardı.
Mazi geçmez gelecek bitmez demiştim bir keresinde. Yok, geçmiyordu. Çocukluğum sürekli yağan kar tanelerinin bütün bir tabiatı kalın ve kesif bir sessizliğe bürüdüğü anları zihnime silinmez bir tablonun usul fırça darbeleriyle şekillendirilmiş suskunluğu gibiydi. Kar yağı- yordu ve dinmiyordu. Duruşunda bile bir süreklilik. Müziksizliği seviyordum. Oysa herkesin ama herkesin bir müziği vardı. Bu müziksizlik bu sessizlik içinde -eğer içinde değilse hemen yanı başında olan biten birçok olay, birçok cinayet, birçok sevinç, anı bir arada duruyor ve bu sessizlik ve müziksizlik içinde anlaşılmayı geçtim; bilinmeyi bekliyordu.
Bense bilmiyordum.
Dünyaya gözlerimi kocaman açarak öylece şaşkınlıkla bakıyor, annemin saksılar içinde çiçekli evrenini, babamın acılar içinde kıvranan bedenini yatıştırma gayretini gülümseyişimle şenlendiriyordum. Kar bile onca temiz ve saf iken dünyayı terk etmemek için direniyordu.
Babamın rahatsızlığı artmış tedavi amacıyla Eskişehir’e gitmiştik. Anneannemin Eskişehir’de ikamet ettiği eve gelmiştik. Bu gelişin, çocukluğumdan kopu- şun ilk ve kesin adımı olduğunu bilmiyordum. Evin iç avlusu serum şişeleri ile dolmuş; neredeyse babamın ölüm öncesinden adım atacak yer kalmamıştı. Çığlıkları, acıyı içe atışları, yakın ve uzak insanların bakışlarını anlatmayı geçiyorum. İnsan her zaman yaklaşabilen ve uzaklaşabilendi
Ve aslında bilmeyendi.
Devamı Cins Nisan sayımızda…