Bütün Rugova’da duyulan bu Arnavut çığlık, kayaların çatlaklarına gizlenmiş ve yıllar sonra birisinin gelip ona kulak kabartmasını beklemeye geçmişti. Kadın adama doğru eğildi. Başındaki beyaz sarığı çıkarıp, çözmeye başladı. Sevdiğinin kefeniydi bu. Çünkü Rugova’nın adamı kefenini başında taşır.
FURKAN ÇALIŞKAN
RUGOVA’NIN SARIKLARI
Bir silah sesi derin kanyonda yankılandı. Yeşil yapraklar kızıla dönerken, kayaları yalayarak akan sular cinayetin tek tanığıydı. Uzaklardan akşam ezanı duyuluyordu ve adam öylece yerde yatıyordu hala. Sonra, güneş koyu yeşilin arasına kırmızı bir mızrak gibi inerken, yolun başında siyahlar içinde bir kadın göründü. Ağır ağır adama doğru yürüyordu. Tam ölü adamın başına gelince bir çığlık kopardı.
Bütün Rugova’da duyulan bu Arnavut çığlık, kayaların çatlaklarına gizlenmiş ve yıllar sonra birisinin gelip ona kulak kabartmasını beklemeye geçmişti. Kadın adama doğru eğildi. Başındaki beyaz sarığı çıkarıp, çözmeye başladı. Sevdiğinin kefeniydi bu. Çünkü Rugova’nın adamı kefenini başında taşır.
Odamda pencereye yaslanmış Rugova dağlarına bakarken, siyahlı kadının sesini duyuyorum. Sesi ince, çok ince, neredeyse yırtıcı bir incelikte…
“Evin eşiğinde ağlayan kara gözlü kız…”
Kan davası. Dava ve kan. Aşk ve kan. Ölüm ve kan. Delilik ve kan. Evet, biliyorum. Ölüm aşkı başına sarık diye dolamakmış. Ecelini kendine yakıştırmak nasipsiz bir meziyetmiş.
Bunları zaten biliyorum. Sen söyle kara gözlüm;
“Ben Rugovalıyım, kayadan yaratıldım. Diğer kayaları korumak için gerekirse yine kaya olurum…”
Devamı Cins Temmuz 2017 sayısında…