İhtiyacın dünyevi arzuların ötesine uzandığını kavramak ve insanın anlamını keşfetmek huzursuz edicidir ama bu kavrayış ve keşfin peşinden gitmek sadece huzursuz etmekle kalmaz, dünyevi ihtiyaç ve tatminlerin inşa ettiği benliği yıkma cesareti ve azmini gerektirir. Zira var olmak, bu dünyada olmaktan başka bir anlam kazanacaktır. Tıpkı bir yılanın derisini yenilemek için esnemeyen derisinden sıyrılırken körlüğe razı olması gibi maddi zenginliğe, şerefe, asalete, hazlara ve galibiyete kör olmayı gerektirir. Zira ihtiyaçlara karşı muzaffer olmanın yolu, onlara muhtaç olmamaktan geçer.
ÖMER TÜRKER
Metafizikçi düşünürler kadim çağlardan beri insanın en açık ve en kesin bilgisinin “varlık” bilgisi olduğunu söyleyegelmişlerdir. Öylesine çeşitlidir ki varlık bilgisi! Bütün hallerimiz varlık bilgisinin türevleri veya varlık hallerinin özel birer tahakkuklarıdır. Sadece bu âlemin bir parçası olarak bulunduğumuzu idrak etmek varlık bilgimizin temelini oluşturur. Apaçık olduğu söylenen de bu var oluş idrakidir. Lakin soruyu biraz vurgulu sorduğumuzda bile var oluşumuzu idrak etmenin açık olduğu kadar kapalı, verili olduğu kadar çabaya muhtaç olduğunu düşünmeden kendimizi alamayız. Hayatı yaşamak, aynı zamanda bu hayat için biçilen süreyi tüketmek demektir. Kendi kendisini tüketerek var olan bir ömür sürüyoruz. Yaktığımız ateşin yakıtı yine bizleriz ve yanarak var oluyoruz. Nedir ki bütün bu tükenme sürecinde var olmak? Filozoflar dışta bulunduğunu düşündüğümüz bütün şeylere var dediğimizi ama varlık anlamının bütün şeylerde eşit şekilde bulunmadığını söylerler. Evet, hepsine var deriz, çünkü hepsinde ortak bir anlam yani bir bulunuş vardır. Bu açıdan şeylerin var olduğunu söylediğimizde aynı anlamı kastederiz. Ama “varlık” anlamı şeylerde eşit derecede bulunmaz. Kiminde daha zayıf kiminde daha güçlüdür. Kiminin varlığı kendinden kiminin varlığı başkasından gelir. Öyleyse ne zaman ve hangi durumda gerçek anlamda var olduğumuzdan söz edebiliriz?
Var olmak bir eyleme hali midir yoksa bir bilme ve idrak hali midir? Neyi eylediğimizde yahut neyi idrak ettiğimizde var oluruz? Zorunlu ihtiyaçları karşılamak mıdır var olmak? İhtiyaç fazlasını biriktirip zengin olmak mıdır? En bayağısına varıncaya dek hazlarımızı tatmin etmek, hayatı bir eğlenceye çevirmek midir? Toplum nezdinde onurlu bir şahsiyete sahip olmak mıdır? Başkalarına zenginlik, haz, eğlence ve onur vesilelerini sunmak mıdır? Hâkimiyet ve üstünlük kurmak mıdır? Soyluluk mudur? Yoksa olabildiğince eşitlik ve özgürlük ideallerini gerçekleştirecek bir hayat sürebilmek midir? Bütün bunların var oluşun muhtelif halleri olduğu kuşkusuz. Dikkat edilirse var oluşun tüm halleri, bizim için tek bir anlamda toplanır: Muhtaçlık. Beslenmeye, hazlarımızı tatmine, iktidara, hâkimiyete, şerefe, asalete muhtaç olduğumuzu düşünürüz. Bizim için var olmak tam anlamıyla muhtaç olmak demektir. Bütün azalarımız ve kuvvelerimiz daimi bir ihtiyaç halindedir. Her bir azamız ve kuvvemiz bize birer istek olarak döner. Bizzat kendimizin amansız bir alacaklısı gibiyizdir. Bilincimiz bedenimizi ve bedenimiz de bilincimizi bıkmadan usanmadan yormaya devam eder. Süreli tatminler, heveslerimizi giderdiği ölçüde yeni başlangıçlara imkân vererek ihtiyaçlarımızı yeniler. Hayatımızın her bir kesiti, bir kesinti ve sınır içerdiği ölçüde bir yandan ihtiyaçlarımızı tüketirken diğer yandan muhtaçlığımızı idame ettir. Bir kez muhtaçlık hissini yitirirsek yaşamak için de bir sebebimiz kalmaz. Dolayısıyla kendi kendisini tüketerek sürdürülebilen hayat, aynı zamanda muhtaçlığın da tüketilmesi demektir.
Devamı Cins Şubat 2018 sayısında…