Türkiye’nin bekası, İslam’ı simgeselleştirmekte, kültleştirmekte, metafizik âleme sıkıştırmakta değil İslam’ı ontolojik kimliğimiz içinde kodlamaktan geçer.
ERCAN YILDIRIM
Hicret’in altıncı yılında Hz. Peygamber (Sav) 1600 sahabesiyle Kâbe’yi ziyaret etmek için yola çıkar.
Müşrikler Müslümanların ziyaretine tahammül edemezler; Hz. Osman onlarla görüşmeye gider. Dönüşü gecikince öldürüldüğü söylentileri yayılır. Peygamber Efendimiz dönmemeyi göze alarak kâfirlerle ölümüne savaşmak için sahabeyle biatlaşır. Fetih Suresi 18. ayette “And olsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah o mü’minlerden razı olmuştur.” denilerek övülen biat, Rıdvan ağacının altında yapılmıştır.
“Rıdvan biatı”nın yapıldığı ağacın sonraki yıllarda yerinde bulunmadığı rivayetlerine rağmen halk Rıdvan diye bildikleri o ağacın altında namaz kılmaya başlar.
Evet, Rıdvan ağacını neredeyse kutsarlar, ziyaretler başlar. Bunu haber alınca Hz. Ömer ağacı kestirir.
Kestirir çünkü İslam simgelerin putlaşmasına müsaade etmez.
Ağacı ortadan kaldırır çünkü Müslüman Tevhid’i ikame etmekle vazifelidir, sarıldığı her nesneye kurtarıcı muamelesi yapmaz; İslam’ın umdelerinden, değerlerinden, Kur’an-ı Kerim ve hadislerin kendisinden başkasını mutlak görmez.
Hangi devirde olursa olsun simgeler, nesneler, canlılar Müslümanlar için öteki eşyalardan, mahlûkattan farklı değildir, olamaz. Hiçbir nesne, şey, canlı putlaştırılamaz, kutsallaştırılamaz… Değer vermek ayrı o değer üzerinden selamete çıkacağı, Allah’ın iradesine tesir edeceği kanaati bambaşkadır.
Hz. Ömer her ne olursa olsun, kim yaparsa yapsın İslam’ın haricindekilerin kutsallaştırılmasını reddeder, içtihatta bulunur, kıyas yapar, aklını kullanır en önemlisi İslam’ın ruhunu gözetir ve ağacı kestirir.
Peygamber Efendimiz asli yurduna irtihal ettiğinde, Hz. Ömer “Rasulullah ölmedi, kim öldü derse kılıçtan geçiririm” deyince Hz. Ebubekir, “Kim Muhammed’e (Sav) tapıyorsa, o öldü, kim Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa O Hayy’dır, ölümsüzdür.” der. İslam bâki şahıslar fâni, zaman akışkan, nesneler, dönemler geçicidir.
Çığlıktır İnsan!
Öyle bir dünyada yaşıyoruz, öyle bir dünyaya doğduk ki, ilk çığlıktan son nefese kadar kendimizden uzak bir ortama, bize saldıran bir atmosfere, ilişki biçimlerine, toplum yapısına ayak uydurmak için yaşıyoruz.
İnsan dünyaya bir tez olarak gelir, insan bir ihtimal olarak dünyadaki yerini alır.
Verili bir dile, verili bir düzene, önceden belirlenmiş davranış kalıplarına karşı bir iddia olarak doğarız; sonra ehlileştirilmek için ailede, toplumda, okulda, iş yerinde eğitimler alır, darbelere maruz kalırız.
Şartlara uyum sağlamak, toplum hayatına katılmak için sürekli yontuluruz; bizden devamlı kendimizi sorgulamamız beklenir, dünyaya ne kadar uyum sağladık diye… Kimse sormaz ki bu şartları, bu dili, bu düzeni kim, niye kurmuştur, biz niye buna uymak mecburiyetindeyiz.
Muhasebemiz, entegrasyon oranımızı belirlemeye ayarlıdır yalnızca…
Anne karnından gurbete düşünce oksijenin yaktığı ciğerlerin acısıyla atılan çığlık insan olmanın, kendi yolunu çizmenin feryadıyken son nefesimizi verdiğimizde toplum tarafından yola getirilmenin çöküşü vardır üzerimizde…
İnsan olarak doğar müsvedde olarak ölürüz!
Bir ihtimal-imkân olarak dünyaya gelir, hezimete uğrayarak can veririz!
İnsanın ömrünü berhava ettiği nice süreçler yaşandı, yaşanıyor. Uğruna savaşmaya değecek, yazmayı gerektirecek hedefleri olmalı… Olmalı ki biçilen rolleri yerine getirirken kendimize kaçırdığımız patikalar oluşsun.
Modern siyasi kültür ne için mücadele verdiğini insana unutturan malzemelerle dolu. Ortaçağ dünyasında hayat dinin merkezinde yaşanıyordu; Batı âleminin Kilise ve egemenlerin korkutucu Tanrı imgesi üzerinden yürüttükleri hegemonya İslam dünyasında küfür karşısında var olma biçimini İslami olana endeksleyen varlık alanında kendini gösteriyordu.
Aydınlanma ve modernite dini, Tanrı merkezli dünyayı düşüncenin, bilimin, yaşayışın içine yerleştirdiğinde görüldü ki Avrupalılar gazaba uğramıyor; tam tersine küfür düzeni dünyayı egemenliği altına alabiliyor.
Âlem-i İslam kendini mutlak görür, hakikati ellerinde tuttuklarına dair inançlarını kutsarlarken Batı medeniyetinin egemenliğine girince şoka girdiler, “Allah bizimledir” ilkesinin geçerliliği dünyayla ilişkimize bağlıydı demek ki… Demek ki İslami olan üstünlüğü ele geçirmede şeklen geçerliliğini yitirebiliyor.
Devamı Cins Nisan 2018 sayısında…