İstanbul Üniversitesi Türk-İslam Edebiyatı öğretim üyesi Reyhan Çorak Hoca, uzun zamandır Türk edebiyatının önemli türlerinden biri olan Hamzanameler üzerine çalışıyor. Çalışmalarının ilki geçtiğimiz aylarda “Sahipkıran ve Hamzazade Rüstem’in Maceraları” adıyla Ketebe Yayınları arasından yayınlandı. Çorak Hocayla hem hazırladığı Hamzaname’yi hem de menakıb geleneğimizi konuştuk. Bu, odur.
Menakıbnameler olağanüstülüklerin bolca kullanılabildiği bir edebi türdür. Bu olağanüstülükler, toplumun eğitimli kesimi için eğlence malzemesi sayılabilir fakat hikâyelerle beslenen halk için araya ustaca yerleştirilmiş değerler, derleyici, toparlayıcı ve eğitici özellikleri haizdir. Aynı hikâye içinde, farklı zaman ve farklı mekân kullanımları, hem dinleyenlerin zihnini diri tutar, hem de verilmek istenen mesaj her ne ise kolaylıkla kabulünü sağlar. Bu bizim eğitim geleneğimizin bir parçasıdır.
SÖYLEŞİ: YUSUF GENÇ
Anadolu’ya geldiğimizde bu topraklarda bir sürü farklı kavim bulunuyordu. 1071’de koca Bizans’ın koca imparatorunu, koskoca ordusuyla beraber kaldırıp yere çalmadan önce dervişler Anadolu’ya gelmişlerdi. Karşılaştıkları herkese kendileri için kıymetli kabul ettikleri bir hazineyi teklif ettiler. Ve Anadolu, kısa sürede birden İslamlaştı. Bu İslamlaşma sürecinin muharrik unsuru, öteden beri menakıb geleneğidir denir. Buradan yani en baştan başlayalım: nedir bu menakıbnameler?
Terim olarak menakıbname, velilerin veya tarihî şahsiyetlerin hayatlarına atfedilen olağanüstü hadiselerin anlatıldığı edebi bir türün adıdır. Menakıbnameler aslında bir milletin zihniyetinin ve duygularının neye göre şekilleneceğini belirleyen temel metinler arasındadır. Zihniyet ve duygular birlikte fiiliyatı belirler. Biri eksik olursa olmaz. İlmî bir metin, kişiyi gayrete getirmeyebilir ama menakıbnamelerdeki gaye kişiyi fiiliyata sevk etmektir. Bu fiil gözü kör bir eylem değildir, bir zihniyetin ürünüdür.
Milletin zihniyetini şekillendiren temel metinler arasındadır diyorsunuz ancak aynı zamanda yine millet tarafından şekillendirilmiş metinler öyle değil mi? Tamamının bildiğimiz bir ‘yazar’ı yok? Halk, kendisi üretiyor ve kendisine yine kendisi anlatıyor.
Tabii. Hamzanameler öncelikle sözlü gelenekte gelişmiştir. Yaklaşık XV. yüzyıldan itibaren Hamzavî tarafından yazıya geçirilmeye başlandığı söylenir. Bu hikâyeleri anlatan kişiler veya râvîler, İslam kültürünün meddahlık geleneğinden ya da Türk kültürünün baksılık veya ozanlık geleneğinden beslenerek gelen anlatıcılardır. Elbette halkın içindedirler, halkın içinde yetişmişlerdir ancak bu tür hikâyeleri, halkın ihtiyacına binaen kurgulayabilecek maharete ve irfana sahiplerdir. Ayrıca yine halkın hem dikkatini hem de zihnini diri tutabilecek kabiliyette bir anlatım ustasıdırlar. Dolayısıyla burada anlatan dinleyenden daha ariftir. Bir başka ifadeyle anlatıcı tarafından metne yapılan katkılar aslında o milletin kolektif bilincinden süzülür, buradan damıtılanlar da yine milletin bilincini şekillendirir.
Aslında kaynağı sözlü gelenek… Anlatıldıktan neredeyse yüzyıllar sonra yazıya geçirilmiş Hamzanameler. İçeriği, adının ilk akla getirdiği şey mi; Hz. Hamza’nın hikâyeleri?
Aslında hikâyeler ilk bakışta Hz. Hamza’nın menkıbevi hayatı etrafında teşekkül etmiş gibi görünür. Fakat mevzu ilerledikçe, ana karakter, kudretli bir hükümdar olan bir başka Hamza ile karışır. Hamzaname metinlerinde kişiler Arap, İran ve Türk kültüründeki farklı kahramanlarla iç içe geçmiş durumdadır. Burada önemli olan Müslüman olmak ve şecaat arz etmektir. Hz. Hamza bu kahramanlara adeta sıfat olmuş. Bu kahramanlar Hz. Hamza gibi cesur ve imanlı. Onun gibi yüksek ahlaklılar ve gözlerini budaktan esirgemiyorlar. Belki de bundan dolayı hepsinin adı Hamza.
Pek çok kütüphanede çok sayıda nüshası olduğunu biliyoruz. Bu durum, Hamzanamelerin yüzyıllar boyunca Anadolu’da ‘çok okunanlar listesi’nde olduğunu gösterir sanırım.
Elbette. Yazma eserlerin kütüphanelerdeki nüshalarının çok olması, ihtiyaca binaen çok çoğaltıldığı ve çok talep edildiği anlamına gelir. Bu da doğal, çünkü eser doğrudan, bütün halka hitap ediyor. Savaşçı ruha sahip bir topluma, savaş ahlakını ve ahkâmını belletmeyi hedefliyor.
Burada sanırım temel İslami metinlerin ve ahlak anlayışının kabaca paket halinde getirilmesi söz konusu?
Tabii. Hamzanemeler, bu ahlak anlayışının, cihad kısmıyla ilgileniyor temel olarak ve bu konuda tam bir paket program bize sunuyor. Bunun misaller ve hikâyeler üzerinden aktarımı da halkın üzerinde daha etkili olmasını sağlıyor.
Takip edebildiniz mi bilmiyorum, ne zaman kesiliyor Hamzaname anlatma / okuma geleneği peki?
Bu konu ile ilgili Muhammed Yelten Hocanın, “Hamzanamelerin Okuma Mekânları” isimli bir makalesi var. Makalede ciltlerin hemen hemen hepsinde “okundu” ibaresinin bulunduğu ve bu okuma işlemiyle ilgili bilgilerin yer aldığı tespit edilmiş. Ayrıca okuma tarihleri de kaydedilmiştir. Bu tarihler takip edildiğinde 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyılın ortalarına kadar kahvehaneler, kıraat meclisleri, dükkânlar gibi pek çok kamusal alanda okunduğu tespit edilmiştir. Hatta 53. ciltte yer alan notlardan birinde, kitabın 1810-1811 tarihinde bir paşa konağının harem-i hâssında okunduğu yazılmıştır. Bu, metinlerin sadece erkekler arasında değil kadınlar arasında da “çok okunanlar listesi”nde olduğunu gösteriyor.
Bir edebi türe dâhil etmemiz gerekirse Hamzanameler, fantastik Türk edebiyatının ilk örnekleridir diyebiliriz sanırım. Kahramanımız, belirli bir kişi ama adeta zaman makinasının ilk mucidi gibi; farklı yüzyıllarda ve farklı coğrafyalarda karşımıza çıkıyor.
Elbette söyleyebiliriz. Bu üslup birkaç yönden değerlendirilebilir. Öncelikle menakıbnameler olağanüstülüklerin bolca kullanılabildiği bir edebi türdür. Bu olağanüstülükler, toplumun eğitimli kesimi için eğlence malzemesi sayılabilir fakat hikâyelerle beslenen halk için araya ustaca yerleştirilmiş değerler, derleyici, toparlayıcı ve eğitici özellikleri haizdir. Aynı hikâye içinde, farklı zaman ve farklı mekân kullanımları, hem dinleyenlerin zihnini diri tutar, hem de verilmek istenen mesaj her ne ise, bilinçdışına işlenmek istenen davranış kalıbı her ne ise, kolaylıkla kabulünü sağlar. Bu da bizim eğitim geleneğimizin bir parçasıdır.
Hamzanamelerde, kahraman/lar/ın temel karakteristik özelliği nasıl inşa edilmiş peki? Nasıl bir karakter anlatılıyor bize?
Hamzanameler’in sürekli devam eden bir ana konusu var. Bu ana konunun başkahramanı Hz. Hamza’dır. Fakat Hamza, Hz. Hamza olarak sadece cilt başlıklarında anılır. Hikâyede adı Sahipkıran olarak değişir veya zaman zaman başka sıfatlar da kullanılır. Sahipkıran savaşta ve kahramanlık gösterilecek herhangi bir durumda hemen Hz. Hamza karakterine bürünür ve ona göre davranır. Fakat hikâyenin genel akışı içinde, bahsi geçen diğer Hamzaların kişilikleri ve özellikleri ön plandadır. Hikâyelerin diğer kahramanları da şayet “iyi” tarafta iseler Müslüman ve yiğittirler. “Kötü” tarafta iseler kâfir ve hain… Burada ilginç olan şey savaş esnasında İslam’a davet edilen ve bu daveti kabul eden bir şahsa, sanki ezelden beri Müslümanmış gibi davranılmasıdır. O kişi Müslüman olduktan sonra, herhangi bir geçiş dönemi yaşamadan, tamamen İslam’ın ahlak anlayışına bürünür, hikâyenin sonuna kadar da bu şekilde davranır.
Halk eğitiminin anlatılar üzerinden ilerlediği bir sonuç fotoğrafı Hamzaname. Aynı zamanda nesiller arasındaki kültürel aktarımın da sağlandığı bir köprü. Bu açıdan doğrudan sorayım; Hamzanamelerin direkt teklif ettiği şey, işlediği konu nedir?
Cihaddır. Yani savaş ahlakı. Bu şu açıdan çok önemlidir. Her türlü suistimalin çok rahat yapılabileceği bir ortamda, oyunu kurallarına göre oynayabilme dirayetinin gösterildiği metinlerdir. Çünkü savaş ahlakı en zor olan ahlaktır. Can söz konusudur bir kere. Büyük acılar, yaralanmak, parçalara ayrılmak söz konusudur. Bu durumda bile ilk hamleyi yapmamak, kaçanı kovalamamak, aman dileyene dokunmamak gibi üstün meziyetler sergilemek, yiğitliğin şanındandır. Bu yiğide de Hamza ismi yakıştırılmıştır.
Son olarak sizin epey uzun zamandır üzerinde çalışıp hazırladığınız ve geçtiğimiz aylarda Ketebe Yayınları arasından çıkan “Hamzaname: Sahipkıran ve Hamzazade Rüstem’in Maceraları” adlı kitaba da değinmek isteriz. Hamzaname, ilk kez bugünkü Türkçeye aktarılmış oldu değil mi?
Hamzanameler yaklaşık 72 kitaptan oluşuyor. Her kitap bir yüksek lisans tezi olabilecek hacimdedir. Özellikle eserin dili, Türk dili tarihi çalışan akademisyenler için çok zengin bir kaynak sunuyor. Dolayısıyla Hamzanamelerin farklı ciltleri üzerine, bu güne kadar, dil ve edebiyat yüksek lisans tezleri hazırlanmıştır. Bunların sayısı 10 civarındadır. Bu tezlerde çalışılan ciltlerin hem transkripsiyonlu metinleri verilmiş hem de metnin özetleri yapılmıştır. Fakat Ketebe Yayınları’ndan çıkan Hamzaname (17. cilt), günümüz Türkçesine yakın bir dille, hem konuya hem de üsluba çok fazla müdahale edilmeden yapılmış bir çalışmadır ve bu manada ilktir. Bu cilt bugüne kadar çalışılmamıştı. Aynı üslupla 18 ve 19. ciltleri de tamamlamak üzereyiz. Bu ciltler önümüzdeki aylarda yine Ketebe Yayınları’ndan çıkacak.