Bazı şeyleri hiçbir şekilde gündemimize almadığımız için unuturuz. Bazı şeyleri gözümüzün içine sokarcasına ifşa ederek unuturuz. Çünkü bizi dönüştürmeyen ve konusuna göre eyleme sevk etmeyen konuşmalar, çoğunlukla konuştuğumuz şeyleri önemsizleştirme, sıradanlaştırma ve unutturma işlevi görür.
ÖMER TÜRKER
Batı medeniyetinin baş döndürücü hâkimiyeti altında bocaladığımız son iki yüz yılda klasik dönemde Müslüman düşünürlerin nesilden nesle intikal eden bir kısım temel meselelerini unutulmaya terk ettik. Aslında bu meseleleri konuşmayı terk ettiğimiz için unutmuş değiliz. Tam tersine bazılarını çokça konuştuğumuz, dilimize pelesenk ettiğimiz için unutmaya başladık. Bir şeyi unutmanın çok farklı yolları vardır. Bazı şeyleri hiçbir şekilde gündemimize almadığımız için unuturuz. Bazı şeyleri gözümüzün içine sokarcasına ifşa ederek unuturuz. Bazı şeyleri çokça konuşarak, daha doğrusu hakkındaki konuşmayı gevezeliğe dönüştürerek unuturuz. Çünkü bizi dönüştürmeyen ve konusuna göre eyleme sevk etmeyen konuşmalar, çoğunlukla konuştuğumuz şeyleri önemsizleştirme, sıradanlaştırma ve unutturma işlevi görür. Bu meselelerden biri, ‘ilahi isimler’i bilme meselesidir.Bir rivayette Hz. Peygamber:
“Allah’ın doksan dokuz ismi vardır, kim onları sayarsa cennete girer” buyurmuştur. Bu hadis ve benzer içerikli naslar, tasavvuf, kelam gibi çeşitli düşünce geleneklerine mensup alimleri ilahi ismi saymanın ne manaya geldiğini anlama çabasına sevk etmiş ve ilahî isimlerle ilgili pek çok kitap kaleme alınmasına yol açmıştır. Modern dönemde ilahi isimlerle ilgili herhalde İslam’ ın daha önceki dönemlerinde olmadığı kadar ifşaya rastlamak mümkündür. Duvarları süsleyen esma-i hüsnâ tablolarından ilâhî isimlerin tek tek açıklandığı televizyon programlarına varıncaya dek geniş bir görünürlük sıralaması oluşturmak mümkündür. Fakat bir ismi veya genel olarak ilahi isimleri bilmenin ne demek olduğu veya ne anlama gelebileceği hakkında açık ve ciddiye alınabilir bir kanaatimiz olduğu söylenemez. Bu sebeple muhtemelen modern dönemde en çok yabancılaştığımız meselelerden biri ilahi isimler meselesidir. Hiç kuşkusuz bunda ilahi bir ismi kavramanın, nazari tefekkürün yanı sıra ‘iman’, ‘ihlas’ ve ‘ihsan’ kavramlarının anlamını bulduğu derin bir dindarlığı gerektirmesinin büyük bir payı vardır. Fakat dindarlık derinlik bakımından pek çok katman barındırsa bile en azından nazari tefekkürün eşlik ettiği bir dindarane hayatın mahrum kalmayacağı bir idrakin olduğunu düşünebiliriz.
Sorunu bir örnek üzerinden vazedelim. Mesela Allah’ ın ‘adil’ ismi vardır. Biz genel olarak bu ismi Allah’ ın adaletli oluşu şeklinde anlarız. Adaletin de çeşitli açıklamaları olmakla birlikte en yaygın açıklaması “her şeyi hak ettiği yere koymak” şeklindedir. Adil ismi hakkında yaygın tasavvurumuzun adaletle ilgili belli belirsiz idrakimizle sınırlı olduğunu söylemek abartı olmaz. Fakat çeşitli geleneklere mensup İslam düşünürlerinin eserleri göstermektedir ki bu ismi anlayabilmemiz için birincisi, adaletin ne olduğu (Adalet Nedir?), ikincisi Allah’ a nispet edildiğinde ne anlama geldiği (Allah’ın adil olması ne demektir?), üçüncüsü de Allah’ a nispet edilen anlamın bizde bir bilgi ya da marifet olarak meydana gelmesinden ne anlamamız gerektiği (Allah’ ın adil olduğunu bildiğimizde neyi bilmiş oluruz?) sorularının cevaplanması gerekir.
Soruları çoğaltmak mümkündür. Açıktır ki bu sorular, incelikli bir tefekküre, bu tefekküre eşlik eden, onu besleyen, biçimlendiren, aynı zamanda da o tefekkür tarafından yönetilen bir dizi amele ihtiyaç duyar. Dolayısıyla ilahi isimleri anlama çabasının bir yönü o ismin anlamına dair nazari tefekkür iken diğer yönü bu anlamla irtibatlı amellerdir. Yani dinin bizzat kendisi, inanç ve amellerden oluştuğu gibi bütün dinî kavramlar da bir yüzü bilgiden diğer yüzü uygulamadan oluşan madalyonlar gibidir. İlahi isimler de aynı şekilde bilgi ve davranış yönlerine sahiptir.
Amel veya davranış boyutu ihmal edildiğinde kişide nifak hali ortaya çıkarken, bilgi veya tefekkür boyutunun ihmali, ihmal ölçüsünce, müminin Allah’a ilişkin marifetinde ayıklık kaybına yol açar. O halde hadiste geçen ifadesiyle bir ismin “sayılması” (ihsa), hem bilgi hem de eylemdir ve bunlardan her biri diğerini ikmal eden bir işlev görür. Mesela âdil olmanın ne olduğunu bilmeden adaletli olunmayacağı gibi davranışlarında adil olmayan bir kimsenin Allah’ ın âdil ismini anlaması da beklenemez. Şayet meseleyi sadece bir tarif bilgisine sahip olmak şeklinde anlarsak tabii ki adaletin ne olduğunu bilmek için adil olmaya gerek olmadığını düşünebiliriz. Fakat dinî düşünce gelenekleri ve bilhassa sufilerin söylediği gibi, bir ismi bilmek, o ismin zuhuruna mazhar olmayı yani adil ismi alemde neyi yapıyorsa o fiilleri yapabilmeyi mümkün kılar. Buna göre Allah’ ın âlemdeki fiilleri, isimleri aracılığıyla gerçekleştiğinden bu âlemdeki her şey bir ilahi ismin eseridir. Dolayısıyla ilahi isimler, âlemdeki her şeyin bağlı bulunduğu veya kendisinden neşet ettiği ilkeler konumundadır. İnsan da âlemin bir parçası olduğuna göre insanda gerçekleşen veya insanın gerçekleştirdiği bütün bilgi ve davranışlar da bir ilahi isme bağlı ve onun eseridir. Bu bakımdan bir ilahi ismi bilmek, o ismin varlıktaki sonuçlarını kavramayı ve bu sonuçların gerçekleşmesine vesile olmayı sağlayacak bir ilkeye sahip olmak demektir. Fakat ilahi isimleri anlama çabasını çevreleyen bir takım külli esaslar vardır ve bu esasların ihmal edilmesi, ilahi isimlerden nasipsizlik ve mahrumiyete yol açabilir. Aşağıda bunların üçüne işaret etmeye çalışacağım.
Devamı Cins Ağustos sayısında…