Eski kıtayı terk edenler, geldikleri bu kıtanın sahiplerini ölüme terk etmekte tereddüt yaşamamışlardı. Ve 250 yıl boyunca, ötekileri ve sonra kendilerini de terk ettiler. Hızla ve büyük bir boşluk duygusuyla…
Amerika’da on saat geçirdim. Koltuk arkalarında hâlâ kül tablaları bulunan ve yolcularına bir torba dolusu havuç ikram eden çok eski bir Meksika uçağı, İstanbul’a gidebilmem için beni Los Angeles’a bıraktı. Ya da attı. İnsan kucağında bir torba havuçla bir ülkeye nasıl girerse, öyle girdim “Büyük Beyaz Ev”e. Bir günahı temizler gibi yerleri hırsla paspaslayan Hispanik bir adama yanaşıp, şehre nasıl gideceğimi sordum. “Araban var mı?” dedi. Olmadığını öğrenince, bir süre düşündü ve bakışlarını arkamda bir yere dikerek gülümsedi: “O zaman, Walmart Taksi’yi kullanabilirsin.”
Arkamı döndüm ve onu gördüm. Bir market arabasının içine bağdaş kurmuş oturuyordu. Kaz tüyünden şişkin bir mont giymişti. Sanki bir kaz canlı canlı o montun içine sıkıştırılmış ve hayvancağız hareket ettikçe, montun dört bir yanından beyaz kabarcıklar gibi dışarı sökün ediyordu. Dudaklarındaki ruj, bir bıçak yarası gibi çenesine doğru taşmış, bir kola kutusunun etrafına doladığı sarı beyaz saçları sürgün bir hanedanın kaybedilmiş tacı gibi, başının tepesinde anlamsız bir şekilde yükseliyordu. İçinde bulunduğu market arabasını iten şişman bir adam sanki market kasasına gelmişçesine bir anda durdurup, başka tarafa doğru yürüyüp gitti. Hemen sonra sırtında kamp çantası olan genç bir kız devraldı market arabasını. O da bir süre arabayı ve içinde bağdaş kurup oturmuş olan zavallı kraliçeyi başka bir tarafa doğru ittirdi. Onunda bıraktığı yerden bir kadın aldı, etrafındaki insanlara reyonlarda ürün seçer gibi bir müddet baktıktan sonra, otomatik kapının tam önünde arabayı bırakıp dışarı çıktı. Öyle bir yerde bırakmıştı ki harekete duyarlı kapı kararsızlık geçiriyor; bir açılıyor, bir kapanıyor sonra yarı açılıp, yarı kapanıyordu. Titreşip duran bir lamba gibi, dışarıdaki yakıcı güneş içeri tereddütle sızıyordu.
Arkamı döndüğümde Hispanik adam paspas ve turuncu bir kovadan oluşan silahlarıyla intikamını almaya devam ediyordu. “Kırmızı Pazartesi”nden “Beyaz ve Parlak Pazartesi”ye doğru binlerce şahidi ama hiç faili olmayan bir cinayeti tasarlıyordu. Bir süre öylece durup kapıya baktım. Sonra kendimi arabanın yanında buldum. Arkasında kocaman harflerle dünyanın en büyük market zinciri olan “Walmart” yazılı bu arabanın içinde, dünyanın dışarı püskürttüğü hüzünlü bir kraliçe, gözünün önünde bir açılıp, bir kapanan hayata boş gözlerle bakıyordu. Öfkeyle arabayı ittim. Kapının tereddüdünü yenip, dışarı çıktık. Güneş külçeler halinde üzerimize indi. Elimi yüzüme siper yaptım ve parmaklarımın arasından, kaz tüyü montunun kapüşonunu tacının üstüne çekip arabadan aşağı inen evsiz kraliçeyi gördüm. Dönüp yüzüme baktı ve ağzını kocaman açarak gülümsedi. Dünya, düzensiz sarkıtları ile bir mağara girişine benzeyen bu karanlık ağzın içinde kayboldu. Bir süre sonra da bu kez içi boş market arabasını kendisi iterek, havaalanından evsizliğinin evine doğru uzaklaşıp gitti.
Devamı Cins Eylül 2018 sayısında…