Ömer Türker: “Meleke mi İzafet mi? Ahlaki Niteliklerin Doğası Üzerine”

Araba kullanmak ile infak etmek arasında, irade ve izafetin etkiye maruz kalması arasında esaslı farklar vardır. Araba kullanmayı öğrenen kimse uzun süre araba kullanmasa, ardından araba kullanmaya teşebbüs etse, birkaç denemeden sonra eski hâline dönebilir. Fakat infak etme, nefsin iğvasına ve ruhun ilhamına açık olduğundan, iradenin kararlılığının sürekli sınandığı eylemlerdendir. Saf ahlaki eylemlerin neredeyse tamamı böyledir.

ÖMER TÜRKER

Klasik ahlak düşünürleri genellikle iyi ve kötü olmakla nitelenen fiillerin, zamanla insanlarda meleke haline geldiğini iddia ederler. Buna göre, herhangi bir fiili işlediğimizde, önce zihnimizde veya ruhumuzda o fiile yönelik bir talep oluşur, ardından bizde o fiile yönelik bir irade oluşur, sonra da bir engel yoksa o fiili gerçekleştiririz. Fiili gerçekleştirmek için şayet organlarımız yeterli değilse, o fiili yapmayı sağlayan bir araç kullanırız. Fiil bir maddeyi işlemeyi gerektiriyorsa, ona uygun maddeleri bulup işleriz. Fiilin bir yapma eylemi olması mümkün olduğu gibi bir terk eylemi olması da mümkündür. Mesela namaz ibadetinde kişi Allah’a ibadet niyetiyle belirli hareketi gerçekleştirirken, oruç ibadeti ifa edildiğinde kişi bir şey yapmaz, tam tersine oruç tutmadığı durumlarda yemek, içmek vb. yaptığı eylemleri yapmayı bırakır. Saygı ifade etmek için gerçekleştirilen fiillerde bunun pek çok örneği bulunabilir. Büyüklere saygı göstermek için bacak bacak üstüne atmadan oturmak, ebeveynin yanında sigara içmemek gibi fiiller, “terk” fiilleridir. Dolayısıyla iyilik ve kötülüğe konu olan fiillerimiz, bir talebi, maksadı veya niyeti, iradeyi ve kudreti gerektirir. İnsanın ahlâka konu olan fiilleri, her halükârda ona doğru bir yönelişi gerektirir.

İlk bakışta zannedildiği gibi, yöneliş her zaman fiilin konusuna yönelik bir arzuyu gerektirmez. Zira insan, arzu duymadığı hatta nefret duyduğu ve tiksindiği şeyleri de yapabilir, yahut arzuladığı şeyleri tercih etmeyebilir. Niyet, kasıt ve yöneliş olduğu hâlde, irade olmadığı takdirde de fiil gerçekleşmez. Bu sebeple irade, insan zihnindeki anlam ile kudret arasındaki bağlantıyı sağlayan, bir şeyin olmasını olmamasına, yahut olmamasını olmasına tercih eden ilke işlevi görür. İrade bulunsa, kudret bulunmasa fiil yine gerçekleştirilemez. Çünkü irade kudreti harekete geçirir. Kudretsiz irade, kelimenin tam anlamıyla kötürüm kalır. Fakat kudret değer yüklü değilken irade değer yüklüdür. Her hangi bir fiilin iyi veya kötü olmakla nitelenmesini sağlayan, iradenin maksatta içerilen anlamı üstün kılmasıdır. Fakat iradenin değer yüklü olmasının yanı sıra, hayati bir özelliği daha vardır: İrade sürekli yenilenen bir şeydir. İnsanın belirli bir fiili sürekli yapabilmesi için fiile yönelik talep oluştuğu her durumda, iradenin daima fiilin varlığını yokluğuna tercih edecek şekilde yenilenmesi gerekir. Dolayısıyla bir saat önce gerçekleştirdiğimiz fiilin iradesiyle, aynı türden fiili şimdiki irademizle gerçekleştiremeyiz.

Bu açıklamalardan sonra, ahlaki bir davranışın insani öznede nasıl bir durum oluşturduğunu sorabiliriz. Bilindiği üzere “ahlak” kelimesi Arapçada “huy” anlamına gelen “huluk” kelimesinin çoğuludur. Ahlak düşünürlerinin çoğunluğu, bir kimsede herhangi bir davranışın bir veya birkaç kez yapılması ile huy hâline gelmesini ayrıştırmışlardır. Onlara göre bir kimse, herhangi bir davranışı ön bir düşünme olmaksızın adeta doğal bir özellikmişçesine yerine getirebiliyorsa, bu davranış, o kimsede bir “meleke” olmuştur. Şayet böyle değil de, kişi davranışı zorlamalı olarak yapabilirse davranış henüz meleke olmamıştır, sadece bir hâl olarak meydana geliyordur. Bu bağlamda “hâl” kavramı geçici olanı, “meleke” kavramı da sürekli olanı ifade eder. Kuşkusuz ister hal olsun ister meleke olsun her türden davranış, ahlaki fâil ile davranışın nesnesi arasında bir izafet meydana getirir. Yukarıdaki açıklamaya başvuracak olursak, söz gelişi yolda kalan kimseye yardım eden birinde yardım etme fiiline yönelik bir anlam veya niyet oluşur. Bu anlamın bir olgu olarak yardım etme fiiliyle bir ilişkisi (taalluk) veya onunla bağlantısı (izafet) vardır. İzafet gerçekleşmediği takdirde, talep ve irade içeriksiz kalacağından fiilin gerçekleşmesi de mümkün değildir. Fiil, pek çok defa yapıldığı takdirde ve artık kişi fiili bir düşünme hazırlığı yapmadan gerçekleştirebilir seviyeye geldiğinde, insan zihni, nefsi veya ruhu o fiile yönelik bir “meleke” kazanır. Meleke kelimesinin “sahip olmak” anlamına gelen, “meleke-yemliku” kökünden türediğini hatırlarsak, adeta kişi o davranışı yapma becerisine sahip olmuş demektir. Bu seviyeye ulaştığında, artık ondan o fiilin aksini yapması beklenmez, tam tersine o fiili yapmaması hayret uyandırır. Mesela kişi, yolda kalmış kimseye yardım etme melekesi kazanmışsa, artık ondan adeta doğal bir şekilde oluyormuş gibi, yolda kalmışa yardım etmesi beklenir. Fakat burada temel soru şudur: Bir fiil çokça yapılıyor olsa bile ahlaki öznede belirleyici olan şey, o fiili yapma neticesinde oluşan alışkanlık mıdır, yoksa hem o fiili yapmayı mümkün kılan hem de fiil yapıldığı esnada varlığını sürdüren izafet midir?

Devamı Cins  2018 Ekim sayısında…

Posted in Genel