İnsanlar işleri hızlı yapmaya mecbur kaldığında, bu bir çeşit triyaja dönüşüyor. Çok hızlı iş yapma sürecinde, derinlemesine düşünmek ve özeleştiride bulunmak için zamanımız yoktur. Otomatik pilota girme eğilimindeyizdir; böylece hatalarımız da artmaktadır. Hızla özeleştiri yetilerimiz azalıyor ve beyin, yavaş ilerlediğinde, hızlı ilerlemesinden daha iyi işlem yapıyor.
SÖYLEŞİ: SUZANNE RAMLJAK
CİNS İÇİN ÇEVİREN: HÜDANUR AKKUZU
American Craft’ta 2009 yılında yayımlanan bu söyleşide ünlü sosyolog ve sosyal analist Prof. Dr. Richard Sennett, Metalsmith dergisinin editörü, yazar ve sanat tarihçisi Suzanne Ramljak ile konuşuyor. Söyleşide, Sennett’in çalışmaları, Amerikan kültürüne koyduğu teşhis ve değişime yönelik kurduğu zanaat temelli reçete tartışılmakta.
Son kitabınız Zanaatkâr, “belirli bir yaşam tarzını yürütme teknikleri” olarak adlandırdığınız üçlemenin ilki. Bu projeyi açıklayabilir misiniz?
Bu proje, en geniş kapsamıyla, maddi kültür hakkında. Zanaatkâr, işleri iyi yapmak hakkındaydı; ikinci cilt olan Atölye, sosyal beceri ve işbirliğini geliştirmeye yoğunlaşıyordu; üçüncü cilt Yabancı ise, çevresel tasarımla ilgili olacak. Şu soru hepsini birbirine bağlar: Fiziksel nesneler, sosyal ilişkiler yahut çevre konusunda olsun, bir şeyleri yapma süresi boyunca becerilerimizi nasıl geliştiririz? Bu çalışmanın altında insanoğlunun yeteneklerini zanaat doğrultusunda geliştirdiği yöntem olan “yerleşik biliş” diye adlandırdığım bir teori var.
“Dikkatin nasıl düzenleneceği”ni temel konulardan biri olarak tanımladınız. Bu merak, yerleşmiş bilişle bağlantı kuruyor mu?
Dikkat, bizimle birlikte başkaları tarafından da düzenlenen bir şeydir. Fiziksel bir nesne yapmaya veya müzik enstrümanı çalmaya odaklandığımızda konsantrasyonumuz çoğunlukla kendimize yönelmiştir. Sosyal bağlamda somuta ve ayrıntıya odaklanma, bizim diğer insanlarla olan etkileşimlerimiz tarafından şekillenir.
Bu sebepten ötürü işbirliği ve uyum çok önemlidir. Sosyal ilişkilerimiz, endişe ve savunma olmadan ne yaptığımıza dikkat etmede yardımcı olabilir ya da somut dünyaya katılmada yeteneklerimize engel olabilir. Bütün “yerleşik biliş”in konusu budur.
MODERN TOPLUMDA ELLERİYLE ÇALIŞAN İNSANLARA KARŞI KORKUNÇ BİR KÖRLÜK VAR
Zanaatkârlık size göre “kendi iyiliği için işi iyi yapma isteği”dir. Bu isteği, iyi bir iş yapmak için temel bir insan dürtüsü olarak varsayıyorsunuz. Öyleyse teoriniz, doğuştan gelen bir insan güdüsü varsayımına mı dayanıyor?
Bu önerme çok basit. İnsanoğlu form yapıcıdır ve bundan dolayı bir “bitirme hissi” ister ya da başkalarının deyimiyle bir “bütünlük”. Daha detaylı açıklanırsa zanaat, maddi objeler ile bir işi bitirmiş olma ve elle tutulur sonuçlar elde etme konusunda psikolojik bir arzuyu tatmin eder.
Bu süreç olmadan tam bir insani gelişim olmaz. Ben “Herkesin içinde bir zanaatkâr vardır.” derken kısmen bunu kastediyorum. İyi iş arayışının sadece Stradivarius üreticileri için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Bence bu kapasite çoğu insanda mevcut.
Uzun zamandır, insanların dil ve bilişsel yeteneğini nasıl geliştirdiğini biliyorduk fakat fiziksel çevre hakkında aynı gelişmişlik yönteminin vuku bulduğunu takdir edemedik. Fiziksel şeyler yapmanın içerdiği zihinsel aktivite hakkındaki araştırma eksikliği önemli sosyal yankılara sahip. Sözel alanlarda yetkin bireylerin, fiziksel ya da el işi yoluyla edinilen gelişime kıyasla daha yetenekli oldukları düşünülmektedir.
Modern toplumda elleriyle çalışan insanlara karşı korkunç bir körlük var ve bu, sınıf ayrımına ve hatta el işini hakir görmeye yol açıyor.
FİZİKSEL BİR NESNE ÜRETMEK “BEN VARIM” DEMENİN BİR YOLUDUR
Zanaatkârlığı, bağlılık, gurur, disiplin ve nesnel standartları sürdürmek gibi kavramları kapsayan bir dizi davranış, ilke ve değerlere bağlıyorsunuz. Gurur, özellikle zanaatkârlığın güçlü bir karşılığı gibi görünüyor.
Gurur terimini “kendini ilan etme” anlamında kullanmıyorum. Bu terim, daha çok öz saygı hissidir. Genelde diğer insanlardan, özellikle sosyal hiyerarşide geri kalan insanlardan eksik karşılık alırız. Öyleyse bizim de öz saygı ve gururla ilgili diğer ulaşılabilir kaynaklara yönelmemiz lazım. Bu tamamlanma sürecini harekete geçirmek, bizden ayrı olan ve tek başına bir nesne gibi duran bir şey yapmak, “Bunu ben yaptım. Ben varım.” demenin bir yoludur.
Descartes’in meşhur “Düşünüyorum, öyleyse varım.” tabirini “Yapıyorum, öyleyse varım.”a çevirebiliriz yani.
Kesinlikle. Ve fiziksel üretimde büyük bir duygusal ödül vardır. Bu üretim size bir aidiyet duygusu ve burada bulunmanızın önemli olduğu hissini verir.
Tanımladığınız zanaat deneyiminin başka bir karşılığı da somut gerçekliğe bağlanmaktır. Bugün her zamankinden daha fazla somut bağlantılara ihtiyacımız var.
Modern ekonomi net kâra, anlık işlemlere ve hızlı akıcılığa ayrıcalık tanır. Zanaatın dengeleyici görevinin bir kısmı, iş gücünü yavaşlatmaya yardımcı olmasıdır. Bu, anlık işlemler veya çaba gösterilmeden kazanılan zaferlerle ilgili değildir. Zanaatın yavaş temposu ve lazım olan vakti iyi şeyler yapmak için alıyor olması, bireyleri ve toplumu içten dengelemektedir.
İnsanlar işleri hızlı yapmaya mecbur kaldığında, bu bir çeşit triyaja dönüşüyor. Çok hızlı iş yapma sürecinde, derinlemesine düşünmek ve özeleştiride bulunmak için zamanımız yoktur. Otomatik pilota girme eğilimindeyizdir; böylece hatalarımız da artmaktadır. Hızla özeleştiri yetilerimiz azalıyor ve beyin, yavaş ilerlediğinde, hızlı ilerlemesinden daha iyi işlem yapıyor.
Kapitalist ekonomi zanaat mantığını, kötü yapılmış nesnelere ve bozulmuş fiziksel çevreye feda etti. Bu kapitalist verimlilik modeli, daha sonra okullara da işlendi; böylece insanların eğitimi endüstriyelleştirildi. Zanaatın yavaş, yoğun, tekrarlayan eğitim modeli, modern dünyada işlevsiz ve modern dünyayla alakasız görünmekte.
Eğitim üzerindeki bu “aşağı sızma etkisi” çok önemlidir ve dikkat düzenleme ve odaklanma sorunu ile bağlantılıdır.
Bu çok önemli bir konu. Pedagojik olarak, insanlara bir şey yapmayı öğrendikleri an, o ders üzerinde durmak yerine başka bir şeye geçebileceklerini öğretiyoruz. Oysaki müzisyenler tekrar tekrar bir şeyler yaptığında, müzikte daha da derinleşir, içeriden genişler ve problemleri keşfederler.
Pedagojimiz buna meyilli değil. Bir şeyi bir kez çözdüğünüzde, bunu yapıyor olma deneyiminin ikincil olduğu fikrine katılıyoruz. Bu fikir, çocukların uygulama yapabilecekleri sürenin kısaldığı okullarda örneğin müzik öğretiminde korkunç bir sorundur. Biz “tekrar etme” tecrübesini yitirdikçe, yoğunlaşabilme kapasitemiz azalıyor.
Başlangıçta, birisi piyano çalmak gibi bir el becerisini öğrenirken, öğretmenler öğrencileri zorlar ve pes ettirmeye çalışır çünkü öğrencinin sıkılacağını düşünür. Fakat bir süre sonra, öğrenciler tekrar tekrar bir şeyler yaparak öğrenme sürecine odaklanırlar. Bu odaklanmayla beraber artık gerçek beceri geliştirmeyle ilgilenmeye başlarlar. Asıl zorluk, insanları dış bir motivasyon kaynağı olmadan istedikleri noktaya getirmek.
GÜNÜMÜZDE İŞLE İLGİLİ EN ÖNEMLİ ŞEY MÜMKÜN OLDUĞU KADAR ÇOK PARA KAZANMAK
Zanaatkâr kitabınızda şu bitiş notunu ilginç buldum: “Bir zanaatkârın hayatı genellikle ‘acı ve pişmanlık’ ile belirgindir”. Bunu söylemenizin sebebi kültürümüzün zanaat değerleri ve pratiğine saygısını yitirmesinden mi?
Umarım, iyi iş çıkaran ve kendisiyle gurur duyan insanlar, sosyal ya da ekonomik olarak tanınmasalar bile, işlerini sürdürebilirler. Bazıları bunu becerebiliyorken, bazıları ise yine de bir dış motivasyon ve karşılık bekleyebİliyorlar.
İşimizdeki öz saygıya, ancak ekonomik ödülün üstüne duran bir süs kadar değer verme eğilimindeyiz. Her ne kadar bu kavram çok fazla sosyal bilimle aynı fikirde olmasa da, Amerikan kültürünün içine gömülüyor. Bu da en başta, insanların işle ilgili en önemli şeyin mümkün olduğu kadar para kazanmak olduğuna inandığını gösteriyor.
Yeni Kapitalizmin Kültürü (The Culture of the New Capitalism) kitabınızda, zanaatkârlığın yeni kapitalizme karşı en radikal mücadeleyi temsil ettiğini iddia ediyorsunuz. Öyleyse, kapitalizmin en güçlü rakibi zanaat mı?
Artık hiç kimse devrime inanmıyor ve eskiye geri dönmek istemiyor. Bu iddiam, eski moda lonca sistemine geri dönüş için değil. Modern iş yerinde olabilecek en radikal şey, işçilerin “Daha iyi bir iş yapalım. Bu yeterince iyi değil, daha iyisini yapabiliriz.” demeleridir.
İşçilerin bu önerisi, çoğu işin organize edilme şeklini derinden etkileyecektir. Bu anlamda, çok güçlü bir öneridir. Bu sistemi, çalışanlarının zanaat güçlerinin geliştirilmesi için Toyota ve BMW gibi şirketlerde görmeye başlıyoruz. Bu gelecek için gerçek bir değişimdir, bir zanaatkâr ulusunu nasıl üretebiliriz?
Bazı yönlerden, kültürümüzde zanaat değerlerinde bir artış görmeye başlıyoruz. Her zaman yeni el sanatları icat eden bir çağdayız. Karşılaştığım pek çok zanaatkâr geleneksel zanaata odaklandı ve bunların teknolojideki, tıptaki ve politikadaki gelişmelerle nasıl bir ilişki kurduğunu anlamadı. Fiziksel nesneler yapma ilkeleri ve dâhil olan beceri setleri, her türden başka alana yayılmıştır.
El sanatları dünyasındaki insanların, sanatçı olup olmadıkları konusundaki nevrozlarından kurtulduğunu görmek isterim. Bunun yerine, çalışmalarına gerçekten önemli bir uğraş olarak bakmalıdırlar. Bu yüzden [sanatçı] Damien Hirst’un onların sanatçı olup olmadığını düşünmesi önemli değil. Önemli olan, bir cerrahın veya bir bilgisayar programcısının, hepsinin aynı tür faaliyette bulunduklarını görmesidir.
DAHA YETKİN BİREYLER YETİŞTİRMEK İÇİN ÇOKTAN SEÇMELİ TEST MANTIĞI YASAKLANMALI
Kültürümüzün karmaşık bir teşhisini ortaya koydunuz, ancak reçetelerinizi merak ediyorum. İnsanları daha meşgul ve yetkin vatandaşlar hâline getirmeye yardımcı olacak yasaları uygulama şansınız olsaydı, bu yasalar neler olurdu?
İnsanları daha yetkin bireyler hâline getirmek için ihtiyacımız olan yasaları uygulama şansım olsaydı, öncelikle çoktan seçmeli test uygulamalarını yasaklardım. Çünkü çoktan seçmeli sorular, insanları bir sorun üzerinde durup yoğunlaşmak yerine mümkün olan en hızlı cevaba ulaşmaya teşvik eder. Bu anlamsız gelebilir, ama oldukça ciddidir.Örneğin daha pratik bir konuda, el işçiliğinin küçük ölçekli işletmelerde geliştiğini düşünüyorum ve hükümetin, mesela İngiliz hükümetinin, küçük işletmelere daha fazla yatırım yaptığını görmek istiyorum. Bu mutlak bir zorunluluktur. Zanaatı desteklemek için, küçük ölçekli işletmeleri desteklemelisiniz.
Ayrıca Amerika’da, mentörlüğe yeterince yatırım yapmıyoruz ve çok zayıf mentörlük programlarına sahibiz. Genç ustaların sorumluluğunu alacak ve onları eğitecek ustalarımıza destek olmuyoruz. Bunu sosyal bir fayda olarak görmüyoruz. Amerika’da insanların fiziksel bilgiyi ustadan çırağa aktarmalarını sağlamak için uygulayabileceğimiz tek politika budur. Böylece doğrudan zanaatlarını icra edenlerin becerilerini onlardan öğrenebilirler. Bunun olduğunu gerçekten görmek isterdim.
Bir zanaatkârlar ülkesi inşa etmekten bahsederken, aklınızda tarihsel ve modern yönlerden ideal bir kültürel model veya akım düşüncesi var mı?
Çok sayıda küçük örnek var. Ama hiçbiri büyük bir alternatifi temsil etmiyor. Zanaatkâr kitabının başında, Linux programcıları topluluğunu ve onların somut bir proje üzerinde yoğun bir şekilde çalışmayı içeren çevrimiçi sohbet odalarını anlatıyorum. Çok etkileşimli ve çok işbirlikçi bir çalışma. Bir başka küçük örnek de İngiltere’de oldukça işbirlikçi olan ve insanların gıda yetiştirme becerilerini tartıştıkları organik çiftlik hareketidir. Bu süpermarketin gücünü değiştirmeyecektir. Yine de güçlü bir hareket. Bunun gibi küçük girişimler var.
Geleneksel el sanatlarında, dokuma, örme ve dikiş gibi el işleri yapan insanların geri dönüşleri ile aynı şey devam ediyor. Sektörlerin bir kısmı yeniden canlanıyor ve bu sektörler çok daha işbirlikçi. Bunun fikri iki yönlüdür: Biri küçük ölçekli ve yüz yüze, diğeri web tabanlıdır. Web’in zanaatkârlar için harika bir araç olduğunu düşünüyorum. Karşılıklı destek, beceri paylaşımı ve problem çözme için iyi bir araç. Web üzerinde kurulmuş atölye benzeri bir şey var; bu da yine zanaat için mükemmel bir teknoloji.