Gerçek Batı’yı ve Batılıyı cici aktrislerinden, yakışıklı aktörlerinden, albümleri milyonlarca satan şarkıcılarından, şovmenlerinden, Hollywood filmlerinden, cafcaflı caddelerinden ve parlak lâflar üreten akademisyenlerden öğrenemezsiniz. Batılı tırpanlayıcı bir yalnızlık içinde, ıssız bir insandır. Size şık görünen bu ambalajın içinde ikiyüzlü ve zavallı bir hayat yaşanır. Bir yanda tebessüm etmek ve teşekkür etmek zorundadır, bir yanda da sevgiden, şefkatten, insanî duygulardan kaçmak…
SAVAŞ Ş. BARKÇİN
Geçen hafta bir haber videosu gördüm. Amerika’da bir aile evlerine pizza ısmarlamış. Siparişi eve paketçi getiriyor, pizzayı kapıdan veriyor, parayı ve bahşişi alıp ayrılırken evin 3-4 yaşındaki ufak erkek çocuğu koşarak onun boynuna sarılıyor. Ama oğlanın adama sarılmasını bir görmelisiniz. Nasıl bir teşekkür, şefkat, muhabbet var o sarılmada… Çocuk adamı sonra öpmek istiyor, o ara annesi evden fırlıyor ve çocuğuna bağırıyor: “No kisses!” Yani “Öpücük yok!” Hemen çocuğu kucakladığı gibi eve sokuyor. Gariban paketçi bir ân donup kalıyor, sonra dönüp gidiyor.
Aile sonradan pizzayı getiren o adam ile ilgili gerçeği öğrenmiş. Meğer adamın küçük kızı yakın zamanda ölmüş. O zaman insan bu kalıbı küçük ama kalbi büyük çocuğun adama belki de teselli için sarıldığını düşünmeye başlıyor. Çocuk rûhu saf olduğu için kerameti de çoktur. Onlar nur ile bakıp görürler. Asıl akıl çocuklarda vardır, çünkü kalp akılları henüz nefislerinin tasallutuna uğramamıştır. Ergenlikle beraber aklımız “bâliğ” oluyor, yani olgunlaşıyor ama maalesef kalbin aklı yerine nefsin aklı öne çıkıyor. Nefsimiz kendini akıl gibi göstermeye bu çağda başlıyor. Hep söylerim, insan ergenleştikçe affedersiniz eşekleşiyor.
Neyse, nerede olursanız olun insanın yüreğini titreten bir olay, değil mi? Ama sadece duygulu bir şey değil, bize kendimizi ve âlemi tefekkür etmek için birkaç önemli ipucu da veriyor. Zaten irfân ve hikmet; gördüğümüz, duyduğumuz, öğrendiğimiz her şeyi Allah’a bağlamaktır. Hangi olay, kim, nerede, nasıl, ne zaman olursa olsun…
Batı’da çocuklara ilk öğretilen şey “don’t talk to strangers” sözüdür. Yani “yabancılarla konuşma!” Nesilden nesile bu soğukluk giderek katılaştı. Ayrıca çocuklara kendi evlerinde ve dışarıda yapılan tacizler yaygın olduğu için, ana-babalar haklı olarak çocuklarını “no kisses!” türü uyarılarla korumaya çalışıyor. Bu ise insanı insanlardan daha da uzaklaştırıyor. Nitekim Batı’da sokaktan geçerken gördüğünüz bir çocuğun başını okşamak bile tacizle suçlanmanıza yol açabilir.
Orada çocukların bizim ana-babalarımızdan gördüğümüz gibi muhabbet ve şefkat gördüklerini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çocuklar ana-babanın kişisel hayatlarını, konforlarını bozamaz. Ergenliklerine kadar katı bir disiplinle yetiştirilirler. Yanlış yaptıkları anda onlara hemen ceza verirler. O yüzden Batı’da bir uçak dolusu çocuk olsa bir tek şımarma, nazlanma, ağlama sesi işitemezsiniz. Bu sevgisizlik döngüsü nesilden nesile katılaşarak devam eder.
Bu mahrumiyetle yetişen çocuklar on sekiz yaşına gelince aileden kopar giderler. Zaten ana-babalar da onların evi terketmelerini teşvik ederler. Hatta bazıları çocukların evde kaldıkları odanın kirasını vermesini bile isterler. Çocuklar evden kopunca aileden de koparlar. O yaşa dek yaşadıkları baskının acısını günübirlik cinsellikte, içki, uyuşturucu ve türlü serkeşliklerde çıkarırlar. Kendileri de maalesef ana-babaları gibi muhabbetsizliği, şefkatsizliği ve katı disiplini tek çocuk terbiyesi yöntemi olarak bilir ve uygularlar. Sevgi almayan nasıl verecek?
Evet, “no kisses!” Batı’da tensel temas cinsel temas anlamına gelir. Bir erkek sokakta, alışveriş merkezinde başka bir erkek arkadaşına sarılamaz. Sarılma gibi yapanlar da sadece omzuna omzunu değdirir, o kadar… Bu sapkın bakış yüzünden ABD’de okurken memlekete gidecek Türk arkadaşlarımızla ev içinde sarılıp kucaklaşıp öyle vedalaşırdık. Havaalanına uğurlamaya gittiğimizde ise sadece el sıkışırdık. Millet garip garip bakmasın diye… Ama orada bir erkek ve bir kadın birbirine rahatlıkla sarılabilir. Bu elbette bazılarını rahatsız ediyor. Bir Amerikan dergisinde özellikle genç erkeklerin “Neden kendi cinsiyetimden arkadaşım olamasın?” “Neden bir kız yerine onunla dertleşemeyeyim?” “Neden bir erkek arkadaşıma sarılmam garip görülüyor?” tarzı şikâyetlerini içeren bir araştırma okumuştum. Benzeri bir olayı o sıralar Washington Post’ta görmüştüm. Houston’da Müslüman bir adam kız çocuğu kucağında statta Amerikan futbol maçı seyrediyormuş. Onun kızını sevdiğini gören yaşlı bir Amerikalı kadın hemen polisi aramış. Adamın kıza tacizde bulunduğunu söylemiş. Polis stada gelmiş, adamı tutuklayıp götürmüş. Kız çocuğunu da hep yaptıkları gibi hemen bir bakıcı aileye vermişler. Adam hapiste üç ay geçirmiş. Nihayet mahkemeye Müslüman kültürü uzmanı birisi gelmiş, adamın evlâdına olan yakınlığının baba şefkatinden kaynaklandığını, kucaklamanın Müslümanlarda cinsel bir anlamının olmadığını anlatmış da öyle hapisten salıvermişler adamı.
Gerçek Batı’yı ve Batılıyı cici aktrislerinden, yakışıklı aktörlerinden, milyonlarca albüm satan şarkıcı ve şovmenlerinden, Hollywood filmlerinden, cafcaflı caddelerinden, parlak lâflar üreten akademisyenlerden öğrenemezsiniz. Batılı tırpanlayıcı bir yalnızlık içinde, ıssız bir insandır. Size şık görünen bu ambalajın içinde ikiyüzlü ve zavallı bir hayat yaşanır. Bir yanda tebessüm etmek ve teşekkür etmek zorundadır, bir yanda da sevgiden, şefkatten, insanî duygulardan kaçmak… Çünkü insan kurttur, tehlikelidir, tehdittir. Bir Batılı’nın hayatı nasıl hissettiğini, kendini ve başkalarını nasıl gördüğünü Amerikalı protest şarkıcı Paul Simon’un 1965’te neşrettiği “I am a rock,” yani “Ben bir kayayım” başlıklı şarkısı çok iyi anlatır:
bir kış günü
derin ve karanlık bir Aralık
yapayalnızım
penceremden dışarı bakıyorum
taze düşmüş, sessiz kar kefenine sarılmış
aşağıdaki caddelere..
ben bir kayayım
ben bir adayım.
surlar inşâ ettim
derin ve muhkem bir kale
kimse içine giremesin diye
dostluğa hiç ihtiyacım yok, çünkü dostluk acı getirir
tiksinirim kahkaha ve sevgiden…
ben bir kayayım
ben bir adayım.
bana aşktan bahsetme
böyle şeyleri önceden de duydum
uyandırma hafızamda sızmış kalmış,
ölmüş gitmiş duygularımı uykularından
hiç sevmeseydim hiç ağlamazdım zaten…
ben bir kayayım
ben bir adayım.
kendimi korumak için kitaplarım var
bir de şiirim
zırhımın içinde güvendeyim
odamda saklanıyorum, rahmimde emniyetteyim
ne ben kimseye dokunurum, ne de kimse bana…
ben bir kayayım
ben bir adayım.
bir kaya acı çekmez
ve bir ada asla ağlamaz.
Devamı Cins’in 2020 Nisan sayısında…