Serap Ekizler Sönmez: “İslam Sanatını Anlamak İçin İslam Bilim Tarihini De Anlamak Gerekiyor”

Geçmişte bir fonksiyona sahipken ve bütünde bir anlamı varken minyatür, hat, tezhip gibi tüm bu başlıkları bütünden ve dolayısı ile fonksiyonundan çıkarıp duvara astığınızda yeni bir tanımlama ve değerlendirmeye muhtaç bir durumla karşılaşıyoruz. Modern dünyanın icat ettiği sanat anlayışının dönüştürdüğü bu “bize ait” işlerin bizatihi kendisi ile birlikte sosyolojik karşılığı üzerinde durulması gereken bir diğer konudur.

SÖYLEŞİ: SİBEL KILIÇ

Serap Ekizler Sönmez, Marmara Üniversitesi SBE İslam Tarihi ve Sanatları bölümünde yüksek lisansını tamamladıktan sonra özellikle Mimar Sinan dönemi yapılarını inceleyerek bu yapılarda bulunan geometrik desenlerin analizlerini içeren kapsamlı çalışmalarıyla dikkatleri çekti.  Sönmez, İslam Mimarisinin tarihsel süreçte nasıl geliştiğine ilişkin araştırmalar yaparak önemli eserlerin eskiz çalışmalarını ve desenlerini de çizdi. Biz de bu söyleşimizde kendisiyle İslam sanatının oluşum sürecini ve tüm bu süreç içinde geometrik desenlerin İslam sanatı içindeki yeri ve önemini konuştuk.

Kimyadan İslam sanatına uzanan bu yolculuk nasıl başladı?

Üniversiteden önce resim sanatına merakım vardı ve ufak çizimler yaparak bu duygumu tatmin ediyordum. Üniversite yıllarında profesyonel resim dersleri aldım. İyi ressamların atölyelerinde yetiştim. Üniversiteden sonra kimya sektöründe kalite kontrol şefliği ve işletme şefliği yaptım ve resim de hobi olarak hep devam etti. Malum süreç nedeni ile alanımla alakalı çalışamam mümkün olmayınca enerjimi resim sahasına verdim. Sergiler açtım. Bir vakıfta gençlere resim dersi verirken biraz da İslâm sanatı anlatma kararı aldım ve aslında tam da dönüm noktam bu oldu. Zira alanla alakalı çok da bir şey bilmiyormuşum. Okumalara başladım ve fark ettim ki asıl sır mimarideymiş. Ya da mimari daha çok çekti beni. İslâm mimarisi ile alakalı özellikle mimar olan yazarların yazdığı kitapları okudum. Hatta defalarca okuyup notlar alıp, yapıların planlarını çizip anlamaya çalıştım. Gezdim. Özellikle Anadolu’yu çok gezdim, inceledim. Gezerken geometrik desenlerin kimyadaki kristal sistemlerine benzerliğini fark ettim. Arkasında yatan sistemi anlamaya önce kristal kimyasında da olan basit simetri gruplarını desenler üzerinden tespit ederek başladım. Kitapların ve sosyal medyanın olmadığı o dönemde ufak ufak analizlere başladım. Ardından mimarî okumalarım neticesi yüksek lisans ardından doktora yapmaya karar verdim. O yıllarda Uluslararası “İslâm Sanatında Geometrik Desenler” çalıştaylarına danışmanlık yaptım. Bu çalıştaylarda tüm dünyada var olan ekoller, yapılan çalışmaları birbiri ile ve en önemlisi kendi çalışmalarımla kıyaslayarak yorumlama şansı yakaladım. Doğru ve iyi bir noktada olduğumu görmek mutlu etti.

İlhami Atalay’ın sizin geometrik desen tasarımına ilgi duymanıza bir etkisi oldu mu?

Benim ders aldığım dönemler hocam ağırlıklı olarak figüratif çalışıyordu. Bizi de o anlamda sağlam yetiştirdi. Hoca da daha sonra soyut tablolarını geometri konusu üzerine oluşturdu ama İslam sanatındaki gibi cetvel-pergel konstrüksiyonu kullanılarak yapılmış çalışmalar değildi yaptığı çalışmalar. İlhami Hocam’ın yaptığı tablolar herkes gibi beni de derinden etkiler, ancak bu alana ilgim noktasında bir etkisi zamanlama açısından ve uygulanan teknik açısından olmadı.

ODAKLANIP MESAİ HARCAMADAN GEOMETRİK DESENLERİ TAM OLARAK ANLAYAMAZSINIZ

Bildiğim kadarıyla alanınız ülkemizde daha önce çalışılmamış bir alan, alanınızda uzmanlaşma sürecinde kaynak sıkıntısı çekmediniz mi ve yardım aldınız mı? Nasıl bir süreçti?

Türkiye’de analiz konusunda tek olduğumu yüksek lisans yaparken çok şaşırarak fark ettim. Ben akademi dışında bu alanla ilgileniyordum ve sanat çevrelerinde işi doğru uygulayan sanatçı olmadığını da gözlemliyordum. Ancak akademide bunun karşılığı mutlaka vardır, diye düşünüyordum. Bu nedenle o kanaldan faydalanmam mümkün olmadı. Yabancı kaynak da yoktu. Belki de olumsuz gibi görünen bu kaynak yetersizliği geometrik tasarımlara kendi cihetimden bakıp arkalarındaki geometriyi tespit etme konusunda özgür olmamı da sağladığı için avantaj da olmuş olabilir. 2013 ten sonraki süreçte Cromwell, Sarhangi gibi birkaç yabancı matematikçinin ve Castera, Bonner gibi tasarımcıların akademik makalelerini okuyup anlamak için İngilizce öğrendim. Tabii şunu belirtmekte ilgilenen arkadaşlar için yarar görüyorum; yüzlerce yılın birikimi ile oluşmuş bu desenlerin geometrik kurgusu üzerine hiçbir uzmanın elinde 15-20 maddelik altın kural yok. Kendinizi bu işe vermeden odaklanıp mesai harcamadan desenleri tam olarak anlayamazsınız. Son zamanlarda konu oldukça popülerleşti ve analiz ve uygulama konuları arasındaki fark da bilinmediğinden analizde verilen yoğun çaba da anlaşılmıyor. Sanırım alanın oturması zaman alacak.

İSLAM SANATINI BİLİMDEN AYIRARAK DEĞERLENDİRMEK YANLIŞ

“İslam sanatı” deyince bundan ne anlaşılmalı? Mimariden minyatüre, hattan tezhibe İslam sanatının temel felsefesi eserlerde ne şekilde tezahür eder?  Batı sanatından ne şekilde ayrılır? Kısaca bir tanım istesem sizden…

Çok uzun üzerinde durulması gereken bir konu. Hatta değil birkaç cümle bir külliyata ihtiyaç var bu konuda. Zira İslam sanatı dediğimiz şeyi bilimden ayırarak değerlendirmek yanlış, her ikisi de medeniyet dediğimiz bileşiğin bileşenleridir. Her ikisi de bir düşüncenin yansımasıdır. O hâlde İslam düşüncesi nedir evvela onu iyi anlamak özümsemek gerekir kanaatimce. İslam bilim ve sanat insanının düşünce biçimi neydi ve bu düşünce biçimini belirleyen dinamikler neydi bunu anlamadan dün oluşturulmuş İslam sanatının felsefesini bugünü verecek şekilde inşa etmeye çalışmak bizi whiggizme düşürür. O döneme ait düşünme tarzını tüm elemanları ile birlikte bütüncül olarak anladığımız takdirde niçin sanat sorusunun cevabı ve bu cevapla birlikte zaten felsefesi de anlaşılmış olacaktır.

Farklı dönemlerde kurulan İslam medeniyeti bilim üretme biçimlerinin / dolayısı ile düşünme biçiminin göstergeleri ise bu medeniyetlerin sanatsal dışavurumlarının arkasındaki farklı dönemlere ait bilme ve düşünme biçimleri de iyi tahlil edilmelidir. Geleneğe dönüşen sanatsal işlerin gelenekselleşme nedenleri de tarih bağlamında iyi takip etmek gerekir.

Noktadan kosmoza insanı insan yapan fizik (madde) ve metafizik (mana) unsurlar bir bütün olarak ele alındığında insanın ürettiği “şey” ler anlaşılabilir. İslam içinde kendini tanımlayan insanın (medeniyetin) çevre ile kurduğu ilişki, Tanrı ile kurduğu ilişki, onlara yüklediği anlamlar bütünü “şey”lerin anlamına da yansıyacaktır şüphesiz. Sanat eseri olan “şey”ler düşüncenin madde ile dışavurumudur. Belki de en açık ifadesidir. İslam düşüncesinin nasıl ve ne şekilde cisimleştiğini anlayabilmek için anlamamız gereken meselelerden bir diğeri de fetihler vasıtası ile yerleşilen topraklardaki düşünce dünyasının (sanatının), var olanı nasıl etkilediği ve daha doğrusu nasıl harmanlandığı konusudur ve bu oldukça komplike bir konudur.

Kısaca İslam felsefesini anlamadan İslam sanatının felsefesini bir zemine oturtmak mümkün değildir. İslam felsefesini anlamak ise bilim tarihinin gelişim sürecini de beraberinde anlamayı gerektirir.

Şüphesiz…

Bunların dışında kadim olan sanatları bugün uygulanış biçimiyle yeniden masaya yatırmak gerekir. Geçmişte bir fonksiyona sahipken ve bütünde bir anlamı varken minyatür, hat, tezhip gibi tüm bu başlıkları bütünden ve dolayısı ile fonksiyonundan çıkarıp duvara astığınızda yeni bir tanımlama ve değerlendirmeye muhtaç bir durumla karşılaşıyoruz. Modern dünyanın icat ettiği sanat anlayışının dönüştürdüğü bu “bize ait” işlerin bizatihi kendisi ile birlikte sosyolojik karşılığı üzerinde durulması gereken bir diğer konudur.

Geçmişin geleceğe aktarımında İslam sanatlarının durumu ise tam bir açmaz. El ve makine üretimi/ el ile yapılan işlerde geçmişin kötü kopyalarının yaygınlaşması gibi konular da bu açmazın parçaları. Tüm bu soru ve sorunlar içerisinde boğuşurken soruya kısaca İslam sanatının felsefesi onun “Tevhidî” oluşunda yatmaktadır beylik cevabını verip geçemedim. Anlamaya çalışıyorum ben de ve özellikle kırılma noktalarımızı anlamak adına…

Peki, bu sanatın ilk örnekleri olarak hangi eserleri kabul ediyoruz, hangi örnekler üzerinden bir tanım yapabiliyoruz?

Mescid-i Nebevî’den itibaren ortaya konulan tüm eserleri İslam sanatı içerisinde değerlendirmek gerekir. Sadece yorumlamalar farklılaşabilir. Yerel kültürlerin, yerel malzemenin etkileri doğrultusunda ortaya konulan eserlerin tanımlamalarında farklılaşmalar olur. Mesela minare İslamî bir unsur olmakla birlikte Samarra Mütevekkeliye Camii’nde malviye tipinde, Kayrevan Sidi Ukba Camii’nde prizmatik, Kalan Camii’nin minaresi de silindiriktir. Beslendiği kaynaklar ne olursa olsun artık bu yapılar fonksiyonu itibariyle İslam’a ait değerlerdir.

GEOMETRİK SÜSLEMENİN SİSTEMATİK VE DİSİPLİNLİ BİR ŞEKİLDE UYGULANMASI İSLÂM MEDENİYETİNDE GELİŞTİ

Biraz da sizin uzmanlık alanınıza girecek olursak,  geometrik desenlerin önemi ve anlamı nedir, ilk nerelerde kullanıldı ve hangi dönemlerde en başarılı örnekleri verildi?

Şüphesiz İslam sanatı öncesinde de geometrik desenleri farklı kültür ve coğrafyalarda görmek mümkündür. Mesela Antik Mısır, Sümer gibi medeniyetlerde geometri bilgisi oldukça gelişmiştir. Fakat günümüze ulaşmış olan verilere bakıldığında çok basit şekillerden ibaret olduğu görülür. Sonrasında Roma sanatında özellikle zemin döşemesinde görülen geometrik süsleme devamında erken İslam sanatında da görülen geometrik süslemenin karakterine de sirayet etmiştir. Bunlar da çok kompleks desenler değildirler ve genellikle de İslam sanatında uygulanmış desenlerin arka planını oluştururlar. Çünkü aynı geometrik strüktüre sahiptirler ve geometrinin dili değişmez.

Şam Emeviye Camii’nde (715) gerek mimarî, gerekse süsleme açısından kendi kültürüne ait çok az unsur vardır. Bu unsurlardan en önemlisi ve hatta ilki sayılabilecek olanı Batı’daki mermer pencere şebekeleridir.

Geometrik süslemenin sistematik ve disiplinli bir şekilde uygulanması İslâm medeniyetinde gelişen bir süreç. Bu medeniyetin geometrik kompozisyonları daha çok mimari alanda görkemleşmiş olup Batı Türkistan’da XI. ve XII. yüzyıllar bezemesi genel olarak tuğla ile yapılmış geometrik yüzey işlemesi olmuştur. Anadolu’da kimliğini bularak zengin bir çeşitlilikle yüksek bir sanat değerine ulaşan geometrik mimari bezemenin erken örneklerini Karahanlı Dönemi’nde uygulanan tuğla eserlerde aramak uygundur. Buhara, Özkent, Semerkant gibi şehirlerin anıtsal mimarisinde kullanılan belirli teknik ve motifler büyük ölçüde Karahanlılar aracılığıyla, önce İran merkezli olmak üzere Büyük Selçuklu topraklarına daha sonra da oradan Anadolu’ya geçmiştir.

Geometrik desenlerin mimari alan dışındaki seçkin örnekleri nasıl oluştu peki?

Burada özellikle Abbasi Dönemi’ne ait İbnü’l Bevvab’ın Kur’an-ı Kerim’indeki geometrik desenleri zikretmek yerinde olacaktır. Zira bu desenler geometrik desenlerin kitap sanatlarında sistemli bir şekilde uygulanmaya başlandığı ilk örneklerdir.

Büyük Selçuklu dönemi ve Anadolu Selçuklu dönemlerinde geometrik desenlerde kompleksleşme görülür. Geometrinin sınırları adeta zorlanmıştır. Bunalı bilimsel gelişmenin yansımaları olarak değerlendirebiliriz.

Geometri, cebir, mimari, sanat tarihi, bilim tarihi, felsefe, hatta fizik-kimya-biyoloji gibi fen bilimleri ve de ilahiyatın çalışma alanları içerisinde olan geometrik desenler ele alınırken sadece somut olarak varlıklarını ortaya koymak yetmez. Onları bu çoklu disipliner çalışma ile bir bütün olarak ele almak gerekir. Ancak o zaman desenlerin ortaya konuluşunda dönemin sanatçı-bilim adamı-zanaatçı üçgeninin nasıl bir bağ ile çalıştığı, desenlerin nasıl üretildiği ve nasıl bir yöntemle zanaatkârın desenleri uyguladığı gibi sorular aydınlanabilir. Aksi takdirde hep bir şeyler noksan kalacaktır. Mademki geometrik desenlerin gelişimi geometrideki gelişimle paralel ilerliyor o hâlde geometrik desenler konusunda yapılan çalışmalar dolaylı olarak bilim tarihine de ışık tutacaktır.

İslam sanatı öncesi, Batı’da uygulanan geometrik desenleri gözlemleyebileceğimiz hâlihazırda yaşayan örnekler var mı?

Hemen hemen tüm Roma yer mozaiklerinde sistemli bir biçimde uygulanmış geometrik desen yüzey kaplamalarını görmek mümkündür. Anadolu’da Hatay, Antep’te ortaya çıkarılan mozaikler bu kaplamaların en güzel örneklerine sahiptir. Ancak daha evvel de zikrettiğim gibi kompleks geometrik strüktüre sahip değildirler.

Peki, geometrik desen tasarımında özgünlük söz konusu mu, yoksa var olan formun ve tekniğin hep ilerletilmesi midir temel olan?

Coğrafyaya göre değişen modüler parçalardan ve tasarımlardan bahsetmek mümkün. Bu da desenleri coğrafya bağlamında ve tabii ki dönem bağlamında özgün kılıyor. Yani Timurlu Dönemi’nin karakteri hâline gelen, Anadolu Selçuklu veya Memlük Dönemi desenlerini birbirinden ayırabileceğimiz net geometrik sistem yapılarından bahsetmek mümkün. Mesela bugünkü İran sınırları içerisinde kalan ve özellikle de kuzey İran’da Akkoyunlu-Karakoyunlu dönemine ait iki katmanlı geometrik desenler sadece o coğrafya ve döneme özgüdür. Ya da Mağribi (İspanya İslam devletleri ve Fas) desen karakteri Anadolu’dan tamamen ayrılır. Bu durum tasarımın geometrik dilinde görüldüğü gibi malzeme ve uygulama biçiminde de kendini gösterir. Bazen ilginç durumlarla karşılaşıyorum. Mesela Selçuklu konulu veya Anadolu konulu sergilerde ya da bizim kültürümüze dair farkındalık oluşturulmak istenen etkinliklerde asla Selçuklu’da uygulanmamış ve Mağribî ülkelere ait desen parçalarından oluşan tasarımlar yer alıyor.

Tam yeri de gelmişken, Osmanlı mimarisini ve Selçuklu mimarisini nasıl ayırt ediyoruz? Osmanlı mimarisine Selçuklu mimarisinin mütekâmil hâli diyebilir miyiz, yoksa ayrı mimari gelenekler mi bunlar?

Her iki dönemin de klasik (burada klasik olarak sistemli bir şekilde uygulanmış ve artık o dönemin kimliğini oluşturan eserlerin yapıldığı dönemi kastediyorum) diyebileceğimiz yapıları üzerinden ele aldığımızda Selçuklu (Anadolu) eserlerinin prizmatik yapıda olduğu ve kubbenin daha ziyade ehramî ve mihrap önü kubbesi şeklinde yapılar olduğu görülür. Cami, medrese ve kervansaraylarda yapıların plan şemaları farklılık gösterse de bu prizmatik şema genele uyuyor diyebiliriz. Osmanlı klasik (nizamî) dönemde ise kubbe merkezîleşmiş ve alana hâkim kılınmıştır. Sinan’ın çardak sitemini geliştirmesi ile birlikte kubbe çapı büyümüş, bu yapılırken de çift çeper uygulaması ile içerde mekân bölünmemiştir. Yani kubbe tepesinden gelen yük kemerlere oradan ayaklara ve duvarlardaki gizli payandalara kademeli olarak aktarılmış ve dışardan da piramidal ana yapıya ekli yarım kubbeler, oylumların tepeden aşağı akışı oluşturulmuştur. Mekânın bölünmeden çardak sisteminin oluşturulması ve bunun çözümü hem matematiksel hem de estetik olarak Sinan dehasını gösterir.

Çok rastlıyorum bazı insanlar Osmanlı mimarisinden ziyade Selçuklu mimarisini beğeniyorlar. Ben de sanırım bunlardan biriyim. Bunun nedeni ne olabilir sizce, mimariden anlamamak mı, kişisel zevk mi ya da arkaik olana meyletmek mi?

İstanbul’da uzun süre yaşayanlar Anadolu’da bir Selçuklu eseri gördüklerinde bu farklılığı seviyor olabilirler. Uzun süre Anadolu’da yaşayıp sonra geri döndükten sonra, Haliç’te Süleymaniye hakkındaki kıyasa dair görüşlerini tekrar almak gerek o kişilerin ve sizin. Tabii bana bir tahmin soruyorsunuz. Mesela bu beğeni bir araştırma, inceleme, gözlemleme sonucu mu yoksa İstanbul’un yorucu temposundan kaçıp gidilen huzur arayışı/dinlenme/gezme sonucu görülen bir Selçuklu eserinin o hâletiruhiye ile değerlendirilme şekli mi?

Kendimi de dâhil edersem sanırım genellikle ikinci şekildeki değerlendirmeyle oluşan bir beğeni bizimkisi…

Belki de prizmatik yapının minimalist/modern perspektifimiz içinde daha fazla yeri olduğundandır.

Belki de…

ORYANTALİZM ABDÜLAZİZ DÖNEMİNDE, OSMANLI MİMARİSİNİN KENDİNİ GEÇMİŞE DÖNÜK YENİLEME ARAYIŞLARI İLE BİRLİKTE ETKİLİ OLMAYA BAŞLAMIŞTIR

Yine mimari üzerinden gidecek olursak, Osmanlı Dönemi’nde, dönemi içerisinde hâkim olan mimari geleneğe -sizin de daha önce bahsettiğiniz nizamî üsluba-  aykırı düşen yapılar var mıdır? Örneğin Pertevniyal Camii’ni bu açıdan nasıl değerlendirirsiniz?

XVII.yy dan sonra mimaride yönümüzü Batı’ya döndüğümüz bir üslup değişimi var. Pertevniyal (Pertevnihal) Camii örneğine gelince Eklektik Dönemi, Batı’nın oryantalizmini ve bunun bize yansıma şeklini iyi değerlendirmek lazım. Bu yapı tam da bu süreçte yapılmış bir eser. Oryantalizm akımı ile birlikte Batı’da XIX. yüzyılda tasarımcılara Uzakdoğu ile Doğu ve Batı İslâm ülkeleri mimarlıklarına ait elemanlar malzeme olarak kullandırılmıştır. İslâm bileşenli oryantalizmin Avrupa’da ilk örneklerinin görülmesinden yaklaşık yarım yüzyıl sonra bu durum Osmanlı mimarisine de yansımıştır. Uygulanan yabancı biçimlerin Osmanlı mimarisi dışındaki bazı İslam ülkeleri mimarisine bağlanması ve bunun Batı’da mevcut olan aynı anlamdaki uygulamayla paralellik göstermesi bu yapıları da “oryantalist” olarak değerlendirebileceğimizi göstermektedir. Oryantalizm Abdülaziz döneminde, Osmanlı mimarisinin kendini geçmişe dönük yenileme arayışları ile birlikte etkili olmaya başlamıştır. Bu, özgün “ulusal” ifade arayışlarında adeta bir katalizör olmuş, aynı çizgi XX. yüzyıl başlarında bazı değişikliklerle I. Ulusal Mimarlık Hareketi’ne dönüşmüştür. Görüldüğü üzere, eserleri değerlendirilirken tarihsel süreçte onu doğuran etmenlere bakarak hepsinin yenilenme, arayış ve bir dönüşümün parçası olduğunu keşfediyoruz. Bu nedenle Pertevniyal Camii’nin gelenekteki yerini Sinan eserleri ile kıyasla değil de Laleli veya Nusretiye Camii ile kıyasla ortaya koyarsak daha yerinde olur.

Peki, sizce bugün İslam sanatı ne durumda, modernizm İslam sanatını nasıl etkiledi?

İslam sanatının bu konuda kafası karışık görünüyor. Bir üslup birlikteliğinden elbette söz edilemediği gibi geçmişi de doğru anlamış değiliz. Bence sorun modernizmde yani bu çağda değil, bence sorun köklerimizden kopmamızla alakalı. Gerek mimaride gerek kitap sanatlarında yapılan işler, genellikle ya eskiye benzetmeye çalışmak şeklinde ya da tamamen yenilikçi tarzda ürün ortaya koymak şeklinde ortaya çıkıyor. İlki durumunda ortaya çıkan işler, her şeyden evvel geçmiştekiyle aynı malzemeyi kullanmadığımız ve aynı metotlarla inşa etmediğimiz için hep taklit olarak kalacak. Geçmişi taklit özellikle detaylarda kendini daha çok gösteriyor. Mesela mukarnas ve geometrik desenlerde… Günümüzde çok az mimarlık firması bu unsurların doğru kullanımına özen gösteriyor. Zira bu bir bilgi birikimidir ve bu bilgiye sahip olan çok az mimarlık firması var. Günümüzde yenilikçi arayışlarla yapılan işleri ise genelin aksine çok sert eleştirmeyeceğim. Zira bunların hepsini arayış olarak değerlendiriyorum. Münferit çok sıkıntılı tasarımlar olmakla birlikte bunları da süreç içerisinde normal buluyorum, çünkü medeniyet bağını koparmış, düşünme ve görme biçimlerini unutmuş bir toplumun kadim olanı yeniye taşıması beklenemez. Önce kadim olanla barışmalı/anlamalı. Bugüne değil geleceğe söz söyleyebilmenin derdi olmadan da kadim olan bugüne taşınamaz/cisimleşemez kanaatimce.

Ve elbette şunu da sormadan geçemeyeceğim: Ülkemizde tarihi eserlere yapılan restorasyon çalışmaları sık sık gündem oluyor. Bu konu hakkında uzman olan da olmayan da yorum yapıyor, eleştiriyor. Gerçekten ülke olarak tarihi eserlerimize yeterince özenli davranmıyor muyuz? Bu kadar çok konuşulmasına ve tepki görmesine rağmen, restorasyon yöntemlerinde devam eden yanlışlar varsa eğer, buradaki temel problem nerede sizce?  

Restorasyon geniş bir alan şüphesiz. İyisi var kötüsü var, ancak üzerinde çalıştığım konu bağlamında restorasyonlara dair birkaç kelam etmek isterim. Birçok geometrik desen restorasyonlarının hatalı olduğunu Anadolu’da dâhil olmak üzere gezdiğim yapılarda müşahede ettim. Sivas İzzettin Keykavus Türbesi sandukalarından tutun da Selimiye Camii ve Süleymaniye Camii’nde yer alan bazı kündekâri kapılara kadar. Zaman zaman bunları doğru analizlerimle de zikrederim. İşin en trajik tarafı bu hatalı restorasyonların yanlış geometrik çizimlerle bazı sanat tarihçileri tarafından gündeme taşınması. Sanırım geometrik desenlerin geometrik konstrüksiyondan bağımsız bir biçimde ele alınamayacağını ve bunun ciddi bir birikim meselesi olduğunu anlamamız biraz zaman alacak.

Posted in Genel