Evrim teorisinin özellikle toplum bilimlerindeki sürümleri, insanî durum ve olguları biyolojik kökene irca etme temayül ve tercihini (herhâlde çabasını demek daha doğru) barındırır ve teoriyle ilgili tartışmaların önemli bir kısmı da bundan kaynaklanır. Aslında evrim teorisi biyolojide olduğu hâliyle değişimin anlamını değil, gerekçelerini belirlemeye çalışır. Fakat gerek fizik dünyayı inceleyen disiplinlerden biri olarak dışarıda bıraktığı açıklamalar gerekse toplum bilimlerindeki etkisi itibariyle mesele, sadece değişimin olabildiğince uygun bir tasvirini sunma aşamasından çok öteye geçebilmektedir.
ÖMER TÜRKER
19. yüzyılın ilk yarısı, canlılığın tarihi hakkındaki bilgileri epeyce değiştiren ve sonraki yıllara damgasını vurarak canlılıkla ilgili bütün araştırmaların seyrini etkileyen bir teoriye şahitlik etti: Evrim teorisi. Evrim düşüncesini, Darwin ve Wallace aynı tarihlerde fark etti ve Darwin’in hakperest tavrıyla iki bilim adamının makalesi aynı toplantıda beraberce okundu. Teorinin özü şuydu: Canlılar, sanıldığı gibi müstakil türler hâlinde defaten meydana gelmemiştir. Hayat suda başlamış ve sudan karaya doğru evrilmiştir. Bu süreçte çevre şartlarına uyum sağlama becerisi gösteren canlılar, evrimleşerek muhtelif türler oluşturmuştur. Evrilme, olmuş bitmiş bir süreç değildir, hâla devam etmektedir. Milyonlarca türden oluşan canlılar, çevreye uyum sağlama çabasında doğal bir seçilimle hayatta kalmıştır. Yaşadığı çevrenin şartlarına uyum sağlama kabiliyeti daha gelişmiş canlılar, evrimleşerek hayata tutunmuşlardır.
Teori, başlangıçta kısmen kaba dursa da özellikle Mendel’in genlere ilişkin çalışmalarıyla dakikleşmiştir. Aslına bakılırsa evrim teorisini doğrulamayı amaçlayan biyoloji çalışmaları da hâlâ devam etmektedir ve bu hususta muazzam bir kitabiyat oluştuğu söylenebilir. Kuşkusuz karşı görüşlere dayalı bilimsel araştırmalar da mevcuttur ama bunlar, bilimsel söylemin merkezinde yer almazlar. Canlıların hayatına ilişkin deneysel veriler arttıkça evrim teorisi de gücünü artırmaktadır.
Belirtmek gerekir ki evrim teorisi, ne canlılığın kökeni veya ilk hayat formlarının nasıl ortaya çıktığını açıklamak ne de evrenin bütününü açıklamak amacındadır. Evrim esas itibariyle yalnızca biyolojik süreçlerle ilgilidir. Nasıl oldu da canlılık ortaya çıktı sorusuna cevap vermeyi amaçlamaz, canlılığın varlığını kabul ederek, nasıl dönüşüm geçirdiği ve çeşitlendiğini açıklamaya çalışır. Evren nasıl meydana gelmiştir gibi bir soru zaten biyolojinin meselesi değildir. Yani bırakın bir bilim dalındaki temel veya tali bir teoriyi, bilim dalının kendisinin dahi evrenin nasıl meydana geldiğine cevap vermek gibi bir amacı yoktur.
Darwin’den sonra uzun süren bilimsel çalışmalar neticesinde evrim kavramı, canlıların süreç içinde çevreye uyum sağlayarak genlerinin dizilişindeki veya sıklıklarındaki değişimi ifade etmeye başlamıştır. Teorinin üç temel kavramı vardır: Doğal seçilim, mutasyon, türleşme. Bu üç kavram, yaşam formlarının ilişki ve hususiyetlerini aydınlatmayı amaçlar.
Doğal seçilim ile kastedilen şey, en iyi uyum sağlama özelliğine sahip olanların hayatta kaldığı tezidir. Bir çevrede bulunan canlı nüfusunun farklı hususiyetleri vardır. Bu hususiyetler ebeveynlerden yavrulara intikal eder. Farklı hususiyetler de o çevrede üremek ve yaşamını devam ettirmek için farklı imkânlar sunar.
Mutasyon, DNA’da meydana gelen değişim veya DNA kopyalanırken husule gelen küçük hatalardır. Aslında bir nesilden diğerine geçişte çeşitli değişim ve bozulmalar olabilir. Fakat evrim için önemli olan değişim, sperm veya yumurtalarda meydana gelerek bir sonraki nesle aktarılan değişimlerdir. Çünkü bu değişimler, canlının hayatta kalma çabasını derinden etkiler.
Türleşme, elverişsiz coğrafi şartlar, fiziksel uzaklık veya başka nedenlerle gen akışının kesilerek aynı türe ait toplulukların süreç içinde gen sıklıklarının değişmesi ve artık çiftleşemez hale gelmeleridir. Evrim teorisyenlerine göre bir türe ait olmanın en belirgin özelliği, çiftleşme yoluyla gen akışının sürdürülebilir olmasıdır. Türe mensup iki ferdin çiftleşmesi, zaman zaman kısır yavruların doğumuyla neticelense de çoğunlukla kısır olmayan yavruların meydana gelmesini sağlar. Farklı türler arasında çiftleşme olsa bile kısır yavruların üremesiyle neticelenir. Gerçi çok nadir olmakla birlikte farklı türlerden kısır olmayan bir yavru doğduğu görülmüştür. Mesela Fas’ta geçen yıllarda bir Katır yavrulamıştır. Fakat yavrusu uzun süre yaşayamadı ve türleşme kuralını bozacak bir noktaya varmadı.
Yine de türleşmeye ilişkin bu açıklama, yeterince güçlü değildir. Çünkü özellikle eşeysiz üremelerde bu tanım geçerliliğini kaybedebilmektedir. Yine bazı farklı türler arasındaki çiftleşmeler, nesilden nesle gen aktarımını mümkün kılabilmektedir. Evrim teorisyenleri bu türlü belirsizliklerin olduğu kabul etmekle birlikte şimdilik en iyi açıklamanın, “doğada üreme imkânı olan bir fertler topluluğu olduğunu” düşünürler. Öyle anlaşılıyor ki, farklı türe mensup olmanın bir takım emareleri olmakla birlikte bu emareler, mutlak değildir, aksi çıkabilmektedir. Evrimciler nezdinde daha kesin olan şey, türün, aynı dizilişe veya sıklığa sahip bir gen havuzu ifade ettiğidir.
Evrim teorisi bu kavramların her biriyle ilgili bir takım önermeleri içerir. Bu önermelerin en önemli olanlarını birkaç maddede özetlemek mümkündür.
- Evrim süreci, belirli bir fertle ilgili değildir, bir türe mensup fertler topluluğuyla ilgilidir. Zira evrim, bir neslin özelliklerinin kalıtım yoluyla diğerine geçmesiyle gerçekleşir, tek bir ferdin gen dizilişindeki değişim ve bozulmalar, o fertte başka bir türe evrilmeyle neticelenemez. Tür seviyesindeki bir dönüşüm uzun zaman gerektirir. Özellikler, genler yoluyla çok sayıda nesle aktarılır.
- Canlıların gen haritaları, geriye doğru izlendiğinde bütün canlıların tek bir atadan geldiği sonucuna ulaşılmaktadır. Önceleri suda oluşan hayat, milyonlarca yıl süren bir evrimleşme neticesinde sayısını bilemediğimiz çoklukta bir canlılar çeşitliğini meydana getirmiştir. Bu bağlamda evrim, bir ağacın kökü, dalları ve budakları gibi bütün canlıların geriye doğru bir kökene dayandığını iddia eder. Fakat bu iddia, Porfiryus ağacına benzer şekilde daha öncekinin sonrakinin özelliklerini içerdiği bir tür içlem-kaplam ilişkisini barındırmaz. Türleşmeler, klasik mantıktaki gibi fasılların eklenmesi yoluyla değil, genlerdeki küçük bozulmalar yoluyla ortaya çıkar.
- Yeni türlerin ortaya çıkışı, zorunlu olarak eski türlerin yok olmasını gerektirmez. Eski türler başka sebeplerle varlığını yitirebilir ama aynı türe mensup olduğu halde birbirinden ayrı düşmüş ve türeme imkânını yitirmiş iki topluluktan biri, doğal şartlar nedeniyle evrimleşerek başka bir türe dönüşmüş, diğer topluluk ise mevcut gen aralıklarını devam ettiriyor olabilir. Bu durumda biz, bir türün iki farklı türe evrildiğini söyleyebiliriz ama farklılığın sebebi, genlerinde değişim olan topluluktur.
- Milyonlarca yıla yayılan evrimleşme sürecinde bir önceki, sonrakine nispetle daima ara form oluşturur. Fakat bu ara form, çoğunlukla yanlış anlaşıldığı üzere, eksik özelliklerle ilgili bir durum değildir. Bu sebeple biyolojik bir kavram olarak evrim, organizmanın mükemmelleşme sürecini ifade etmez. Doğal seçilim kavramı sanki bir böyle imayı barındırıyor gibi görünebilir. Lakin bu kavram, mevcut şartlara en iyi uyum sağlama becerisini ifade eder, en iyi olmayı veya mükemmelleşmeyi değil. Zira evrim, aşağıda belirtileceği üzere daha iyi olma bilgisinin önceden bilinmediğini varsayar. Evrilme süreci, sadece mevcut şartlara göre daha işlevsel olan bir özellikler bütününü doğurur. Bu bağlamda evrimin biyolojideki sürümü ile siyaset, iktisat ve toplum bilimindeki sürümleri arasında ciddi farklılıklar vardır. İlerde bu sorunu ele almaya çalışacağız. Şimdilik şunu ifade edelim: Evrim teorisi, bir kemâl fikrini barındırmaz.
Devamı Cins’in 2020 Haziran sayısında…