Dünyayı değiştirmek sadece stratejik projeler, güç ilişkilerinin, etkili savların ve güçlü örgütlerin sağladığı değerli teşhisleri gerektirmez. İnsanın kendini özgürleştirme süreci, güçlü duyguları, beklentileri ve umutları da etkili bir şekilde harekete geçirir. Melankoli, bu duygulardan biridir. Herhangi bir tarihsel yenilgiden sonra yas tutma sürecini ve yeni bir perspektifin inşasını hafızaya yükler. Başka bir deyişle, Sol Melankoli, geçmiş ve gelecek arasında bir bağlantı hâline gelebilir.
SÖYLEŞİ: SERDAR BİLİR
CİNS İÇİN ÇEVİREN: HÜDANUR AKKUZU
20. yüzyıl Avrupa entelektüel ve siyasal tarihiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Enzo Traverso ile 2018 yılında Türkçeye çevrilen kitabı Solun Melankolisi’ni konuştuk. Söyleşide Traverso, melankolinin geçmiş ile gelecek arasında duygusal bağlar kurarak yeni fikirler ve perspektifler inşa etmede tetikleyici bir unsur olabileceğini belirtti. Ek olarak yazar, 21. yüzyılda ortaya çıkan tarihsel bilincin, solun kültürünün, projelerinin ve eylem yöntemlerinin yeniden icat edilmesini talep etmekte olduğunu ve artık bu hâliyle sosyalizmin kendisinin yeni bir barbarlık biçimi olabileceğinin de altını çizdi.
Solun melankolisi ne kadar rüya (hayal) ne kadar gerçektir? Eğer bir rüya ise bu rüyayı kimler görebilir? Bu rüyayı göremeyenlere solun söylediği nedir?
Solun rüyaları, kendi ütopyalarıdır: Sosyalizm fikri, kapitalizme alternatif arayışı, yeni yaşam biçimlerinin icadı, insanlar arasında yeni türde ilişkiler kurulması, sömürünün ve baskının sona ermesi gibi. Birçok tarihsel durumda, bu rüyalar gündemdeki amaçlar ve görevler hâline gelmiştir: Mümkün olan somut ütopyalar (Ernst Bloch’un diliyle) şeklinde. Solun melankolisi, hatıraları bu ütopyaları içerdiği ve ilettiği sürece rüya görmektedir. ‘Sol melankoli’nin nostaljik bir vazgeçiş, pasiflik veya iktidarsızlık anlamına gelmediğini vurgulamak isterim. Benim görüşüme göre, Fransız Devrimi’nden itibaren kendi tarihinin daima peşinde olan sol, ‘duygu yapısı’na (Raymond Williams tarafından üretilmiş bir kavram) aittir. Dünyayı değiştirmek sadece stratejik projeler, güç ilişkilerinin, etkili savların ve güçlü örgütlerin sağladığı değerli teşhisleri gerektirmez. İnsanın kendini özgürleştirme süreci, güçlü duyguları, beklentileri ve umutları da etkili bir şekilde harekete geçirir. Melankoli, bu duygulardan biridir. Herhangi bir tarihsel yenilgiden sonra yas tutma sürecini ve yeni bir perspektifin inşasını hafızaya yükler. Başka bir deyişle, sol melankoli, geçmiş ve gelecek arasında bir bağlantı hâline gelebilir.
Melankolinin yenilgiler aracılığıyla nesilden nesile aktarıldığını söylüyorsunuz. Bu yenilgiler, Walter Benjamin’in “yaslı ve tutucu bir geçmiş” diye tanımladığı melankoliye yakın bir anlam taşıyor gibi. Siz ne düşünüyorsunuz?
Walter Benjamin’in yazılarında melankolinin ve hatta Sol Melankoli’nin birkaç tanımını bulabiliriz. 1930’da bu kavramı, Weimar kültürünün, burjuvanın kültürel tüketimi için bir eğlence hâline gelene kadar, bir tür politik iktidarsızlık ifade eden edebi ve estetik bir akımı olan Yeni Nesnellik’e karşı kullandı. Bununla birlikte, Alman trajik draması ve Barok kültürüyle ilgili neredeyse çağdaş sayılabilecek bir kitabında, melankoliyi bir bilgi aracı olarak verimli bir epistemolojik eğilim diye tasvir etti. Benzer bir tanım birkaç otobiyografik metninde -kendini melankolik bir karakter, bir “Satürn” olarak tarif etti- ve mağlupların kurtuluş yasına karşı galiplerin ilgisizliğine karşı çıktığı “Tarih Kavramı Üzerine” isimli ünlü tezlerinde de görülmektedir.
ABD’de George Floyd cinayeti sonrası yaşanan sokak olayları, geçmişin yasını mı temsil eder yoksa geleceğin hayalini mi?
Potemkin Zırhlısı’nda Eisenstein, yas tutmanın isyanı nasıl tetikleyebildiğini gösterdi: “Ağlayan insanlar” çok çabuk “silahlı insanlar”a dönüşebilir. Arjantin’de, askeri diktatörlük sırasında, “Mayıs Meydanı Anneleri” nin kederli gösterileri, demokrasi için toplu mücadelenin ilk anları olmuştu. Minneapolis’te George Floyd’un bir polis tarafından katledilmesinden sonra ilerleyen haftalarda da benzer bir şey oldu. Üzüntü, ıstırap ve öfke bir infial yarattı ve kolektif eyleme ilham verdi. Dikkate değer olan, bu anti-ırkçı seferberliğin Amerika Birleşik Devletleri’nde hızla yayılması ve birbirine bağlı ulusal hareketler yaratarak veya yeniden etkinleştirerek küresel ölçekte yayılma şeklidir. Böylece, Şili’de “Black Lives Matter” “Mapuche Lives Matter”, Endonezya’da “Papuan Lives Matter” hâline geldi; Fransa’da, dört yıl önce bir polis tarafından öldürülen Adama Traoré için adalet isteyen anti-ırkçı hareketler yeniden başladı. Melankoli, öfke, isyan ve mücadele ile hiçbir şekilde uyumsuz değildir. Bu küresel anti-ırkçı dalga, aynı zamanda geçmişi yeniden yorumlamak için bir taleptir -köle tüccarlarının, soykırım yapan kralların, Amerika iç avaşı konfederasyon generallerinin, ırkçı devlet adamlarının vb. heykellerinin devrilmesiyle getirilen “karşı-bellek”i düşünün- ve daha iyi bir gelecek için, adalet, eşitlik, tanınma, demokrasi ve özgürlük için bir mücadeledir. Bellek ve ütopyalar günümüz savaşlarında birleşmektedirler.
Tarihe baktığımızda sol/sosyalizm için “Onurlu bir mağluptur” mu demeliyiz yoksa zulme ve haksızlığa uğramış bir mazlum mu? Sosyalizm direnç mi gösterdi yoksa baş mı eğdi?
Kitabımda, Paris Komünü’nden 1973 Şili darbesine kadar solun 19. ve 20. yüzyıldaki yenilgilerinin üstesinden gelmesine yardımcı olan şeyin, geleceğin sosyalizme ait olduğu ve hatta en trajik başarısızlıkların bile sadece kaybedilmiş savaşlar olduğunu savunuyorum. Tarihsel hedefe olan bu inanç, sola, bugün artık var olmayan, olağanüstü bir güç verdi. SSCB’nin ve gerçek sosyalizmin çöküşünün çok ötesinde, 1989-1990 dönemi, devrimci bir silsilenin tükendiği konusunda genel bir farkındalık yarattı. Ve bu yeni tarihsel bilinç, sosyalizmin kendi fikrini sorgulattı. Bu, solun son bir yenilgi yaşadığı anlamına gelmez; 21. yüzyılda ortaya çıkan sayısız sosyal ve politik hareketleri düşünün. Ancak bu tarihsel bilinç, solun kültürünün, projelerinin, örgütsel biçimlerinin ve eylem yöntemlerinin yeniden icat edilmesini talep etmekte. Sosyalizm, Lucien Goldmann ile tartıştığım bir insan bahsidir, insani potansiyellerin içinde yer alan olası bir gelecektir ve artık sosyalizmin kendisinin yeni bir barbarlık biçimi olabileceğini de biliyoruz. Bu 20. yüzyılın, kaçınılmaz olarak bu bahsi melankoli ile dolu bir hâle getiren dersidir. Daniel Bensaid’in en iyi kitaplarından biri Le Pari Mélancoliqu (Melankolik Bahis) dir. Muhafazakâr sıradan bir söylem, sosyalizmi, kaçınılmaz olarak totaliter bir kâbusa dönüşen mükemmel bir düzen için, ideal bir dünya için bir tür Platonik arayış olarak tarif eder. Fakat görünürdeki bilgeliğinin arkasında, bu argüman her zaman yerleşik sosyo-ekonomik düzenin savunulmasıyla sonuçlanır. Liberal demokrasinin ve piyasa kapitalizminin, bizim aşılması zor görüşümüz -“tarihin sonu” olacağı fikri-, 1990’larda büyük başarılar kazanmış kapitalizm çağında oldukça popülerdi. Bugün neoliberalizm, “demoları mahvediyor” -demokrasilerimize çukur kazıyor- ve evrensel ‘şeyleşme’, gezegenimizi hızla korkunç eşitsizliklere ve çevresel sürdürülemezliğe doğru itiyor. Böyle bir bağlamda, kapitalizme alternatif ve farklı bir geleceğe ilişkin düzenleyici bir fikir benim için gerekli görünüyor. Bu, sosyalizmi eski solun tarihsel iyimserliklerin ötesinde -ya da aleyhinde- yeniden düşünmek demektir. Bu açıdan bakıldığında, kavramların yirminci yüzyılda aldığı anlama göre, alternatif, evrim ve devrim arasında değildir. Alternatif, muhtemelen demokratik sosyalizm ile neoliberal barbarlık arasındadır. Devrim, kapitalizme etkili bir alternatif anlamına gelir; şüphesiz, geçmişte olduğu gibi, siyasi iktidarın askeri zaptı şeklinde değil.