Rıdvan Tulum ve Prof. Dr. Erol Göka Hoca’nın birlikte giriştikleri “Whatsapp Konuşmaları”nın ilkini geçen sayımızda yayımlamıştık. Konu, “Niçin Üzgünüm’ü aramış hep Ayşe Google’da” idi. Bu sayımızda ilk sayıdaki meseleye komşu sayılabilecek bir yere gittiler. Yine bir dizeyle, bir şairle. Zarifoğlu’nın “Sevmek de Yorulur”una bir cevap aramak için. Rıdvan Tulum sordu, Erol Göka yanıtladı.
Cins’in bu ayki dosya konusu hocam bu. Zaten benim de sizinle konuşmak istediğim bir meseleydi. Zarifoğlu’nun meşhur şiirinin ismi biliyorsunuz: “Sevmek de Yorulur”. Gerçekten öyle mi?
“Sevmek de yorulur” sevenlerin çok sık karşılaştıkları bir hâlin şairce yorumlanması olsa gerek dostum… Sevgi yorulmaz, sevmek döndürür çarkı feleği ama seven yorulur kesinlikle… Sevenin yorgun düşmesine neden olan birçok etken var.
Bunların başında…
Bunların başında çoğu zaman sevdiğinle aynı hizaya düşememen, sevdiğini tam istediğin gibi kuşatamaman gelir. Evet, seven sevdiğini asla tam ihata edemez ama bunu hep ister, hep sevdiğiyle bir olmak, okyanusvari biçimde onunla kaynaşmak ister. Oysa bu kaynaşma hissi, ikinin bir olma hissi, sevme süreci boyunca çok nadir olur. Nadir olur lakin tek başına hayatın anlamı olacak kadar muazzamdır. Kaynaşmak isteriz, yekvücut olmayı dileriz ama olmaz, bir türlü olmaz. Yanımızdayken bile sevdiğimizi isteriz. “Yanımdayken bile hasretimsin” deriz. Arzusu ve gerçek arasındaki gerilim yorar seveni… Bir de gündelik maişet derdi, aile içi sorunlar, dertler, tasalar canından bezdirir seven insanı… Sevmek, inanılmaz yüksek bir histir ama hayat bizi sürekli paçamızdan aşağı çeker. Bu gerilimden de bitap düşer seven garip…
Fiil değil. Özne yorulur yani. Peki, modern dünyanın insanı getirdiği yer içe yönelme… İsyan edemiyoruz, depresyona giriyoruz. Seven için de durum böyle.
Hımmm, itirazım var bazı ifadelerine. Şöyle ki: Sevmek fiili tamam da “özne” kim, tartışılır. Seven insana o kadar kolay özne diyemem ben. Zira özne “sevgi”dir, sevgi, seveni de sevileni de sevme fiilini de çekip çevirir. Bir itirazım da depresyon anlayışına…
İsyan edemememiz değil mi depresyona giriyor olmamızın sebebi?
İsyan edemediğimiz, içe yöneldiğimiz için girmiyoruz depresyona. Depresyon bir psikolojik rahatsızlık, oysa şimdi konuştuğumuz hastalık olarak depresyon değil varoluşsal bir hüzün hâli olan melankoli… Melankoli o kadar kötü bir şey değil. “Hüzün ki en çok yakışandır bize”. İsyan edememekten değil bağlı ama ayrı olmaktan, fani olmaktan kaynaklanan bir hâletiruhiyedir. Modernler kadar isyankâr olan nesillere âşina değil insanlık tarihi. Her şeye isyan ediyoruz her şeye, sanki hakkımız varmış gibi… Sadece insanın zalimleşmesine, kalplerin kararmasına isyan etmeliyiz oysa…
Modernlerin isyankârlığına katılmıyorum pek hocam.
Kavramlarımız, kavramlara verdiğimiz anlam pek uzaklaştı birbirinden bakalım nasıl toparlayacaksın:))
“Her yıl yeni modelleri çıkıyor melankolinin” diyerek toparlamaya çalışayım. Ama telefon müsaade etmeyecek gibi. 🙂
Evet maalesef, birçok melankoli anlamı var. Anlam karıştırıcılarından birisi bizim psikiyatri… Ağır depresyonlar için kullanıyoruz melankoliyi. Oysa çok yanlış, bana edebiyatçıların ve varoluşçuların kullanımı daha doğru geliyor. Yani hastalık değil de insani bir hüzün hâli…
Genelde edebiyatçılar ortalığı karıştırırlar hocam burada tersi olmuş.
Galiba.
Yine bir dizeyle belki. Ben bu dizeyi okuduğumda dünya defterini kapatmak gibi bir şey; bir isyan aynı zamanda bir de teşekkür görmüştüm. “Seni sevip çekildim dedim dünya bu kadar” dizesinde yine sevmek mi yoruluyor. Yoksa başka bir mesele mi var ortada?
O kadar yakın hissettim ki bu dizeye. Edebiyat böyle bir şey işte. İnsanı can evinden yakalıyor. O yüzden edebiyatçıyı, özellikle şairleri iyi anlamaya çalışmak lazım. Onlar tüm insaniyetimizi, varoluşumuzu kokluyorlar, kokusunu alıyorlar. Çok iyi bir dize, derin yanlarımıza dokunuyor.
Evet hocam, ilk okuduğumda uzun uzun duvara bakmıştım.
Evet, öyle bir dize bu. Gerçek çünkü. Dünya sevgi kadardır, sevgisini aktaramayan insan, bir şey anlamamıştır hayattan. Ama bu derin kavrayış yerine şairi ve dizesini yüzeysel anlarsak olmayacak sonuçlar çıkarırız. Mesela aşk bitmişse, hele hele aşk kırgını olmuşsan çekip gitsen yeridir gibi berbat bir sonuca ulaşırsın. Kısacası önce şairi iyi anlayacaksın arkadaş, boş adam değil onlar…
Eyvallah.
Soruna gelecek olursak o dize de sevgi yorulmuyor, sevgisini şaha kaldırıyor şair.
Hocam, yakın zamanda okudum. Chul Han’ın Eros’un Izdırabı’nı, ben bunu Erol Hoca’ya sorarım diye not da almışım. Muhabbet ettiğimiz konuyla çok alakalı.
“Günümüzde aşk bir haz formülüne dönüştürülerek pozitifleştiriliyor. Her şeyden önce hoş duygular uyandırması bekleniyor. O artık bir olay örgüsü, bir anlatı, bir drama değil, herhangi bir sonuca yol açmayan bir coşku ve uyarım sadece. Yaralanmanın, aniden gelişin veya düşüşün negatifliğinden bağımsız. Aşka düşmek fazlasıyla negatif sayılıyor. Oysa aşk tam da bu negatiflikten oluşur.”
Bravo, seviyorum Chul Han’ı… Kardeşimiz aşkı biliyor, tamamen katılıyorum söylediklerine. Benim de aşk üzerine yazdıklarım benzeri vurgulara sahiptir. Ancak bakmayın bu yazışmada bu kadar aşktan, sevgiden bahsettiğime, bir süredir merhamet esaslı bakıyorum insan ilişkilerine… Merhameti kalbin temel eylemi olarak görüyorum ve tabii aşkı ve sevgiyi de merhametin dışavurumları… Yazmaya başladım bunları. Bir gün birlikte de konuşuruz inşallah.
Eyvallah Hocam. Zaten imkân olarak görmemize sebep de merhameti dışarıda tutmamız değil mi? Âşık “merhametin ta kendisiydi gözlerin” diyebilendir.
“Merhametin ta kendisiydi gözlerin” diyen şair nasıl bakmış öyle, daha doğrusu ona nasıl bakılmış? Aşk olsun! Seven yorulur sonuçta ama yorulmamak gerekir. O da sevgiden, aşk yaşantısından iyi nasiplenmek, sevgiyi tüm insanlara, canlılara, varlığa yaymakla mümkündür. Merhametin künhüne vakıf olmakla mümkündür…
Eyvallah Erol Hocam, bu sözün üstüne bir şey söylemeye gerek yok sanki.