Renata Salecl: “Her Seçim, Aynı Zamanda Bir Kaybediştir”

İnsanlar genellikle seçimin her zaman bir kayıp içerdiğini dikkate almazlar. Hayatta bir yön veya bir yaşam partneri seçtiğimizde, en azından geçici olarak, başka bir seçim yapma olasılığımı kaybederiz. Kaybetme olasılığı üzerindeki bu endişe, bazı insanları herhangi bir seçim yapamaz hâle getirir.

SÖYLEŞİ: SERDAR BİLİR

CİNS İÇİN ÇEVİREN: HÜDANUR AKKUZU

Sloven filozof, sosyolog, hukuk teorisyeni ve yazar Renata Salecl ile Seçme İkilemi kitabı üzerinden seçme eylemi üzerine konuştuk. Seçimleri manipüle eden modern hayat şartlarına ve seçenekler arttıkça seçme eyleminin değişen içeriğine dair önemli tespitler yapan yazar, seçim yapmanın bir yönüyle nasıl bir kaybediş olduğunu da Cins’e anlattı.

İnsanın hiç seçim yapamaması ve fazla seçeneğin içinde kaybolması gibi iki uç durumun arasında, sağlıklı ya da insanı memnun edebilecek seçenek sayısı sizce hangi aralıkta olmalıdır ve bu seçenekler hangi ölçütleri taşımalıdır?

İnsanların seçim yapma imkânı olması çok önemlidir. Özellikle de önem arz eden, özgür seçimlerden ifade özgürlüğüne kadar uzanan siyasi seçimlerdir. Ayrıca insanların bedenleri ile ilgili seçimlere sahip olması, bilhassa da üreme haklarının olması elzemdir. Bununla birlikte, neo-liberal zamanlarda, seçim öncelikli olarak bir tüketici hakkı olarak anlaşılmıştır. Fazla seçeneklerden bahsettiğimizde, genellikle tüketimle ilgili muazzam seçeneklerden bahsediyoruz. Bununla birlikte, bugünün kapitalist ideolojisi, bireyleri yaşamlarındaki her şeyin bir seçim meselesi olduğu, istediklerini kendileri yapmakta özgür oldukları ve hayattan zevk almanın sınırsız yolları olduğunu sürekli olarak teşvik etmektedir. Bireyin yaşamının yönü hakkında çok sayıda seçim yapabileceği fikri, kaygı, suçluluk ve yetersizlik duygularının yeni biçimlerini türetmiştir. Psikanalistler ayrıca, bireyin hayatında mükemmelliğe hâkim olabileceği düşüncesiyle ortaya çıkan yeni tip semptomları da gözlemlemişlerdir.

Ne tür semptomlar peki bunlar?

Bu semptomlardan bazıları, muhtemelen özgür olan bireyin, seçim ideolojisiyle güçlü bir şekilde özdeşleştiğinde kendini imha yoluna gitmesi şeklinde kendini göstermektedir. Her şeyin mümkün göründüğü zamanlarda, inkâr etmeye yönelik güçlü bir eğilim ve gelecek hakkında yeni bir yorum gözlemliyoruz. Bazı insanlar hayatlarında doğru seçimler yapıp yapmadıkları konusundaki kaygılarını yatıştırmak için, çeşitli gurularından tavsiye ararlar, bazıları da başka otoritelerle güçlü bir şekilde özdeşleşir. Bununla birlikte asıl sorun; yaşamın her boyutunda “tüketici tercihleri” fikrini yayan ve insanları kendi refahlarından tamamen sorumlu olarak gören toplumun, bir bireyin çevresindeki insanlar üzerinde bir etki yaratmasını zorlaştırmasıdır.

Kendisine sunulan seçenekler arasından en faydalı olanı seçme iradesi bulunan bir insan nasıl oluyor da bu seçimlerin sonucu olarak kazanan değil de kaybeden, hesap veren ve depresif bir insan hâline gelmekte? Art arda eklenen olumlu/faydalı seçimler toplandığında olumsuz bir sonuç çıkabiliyor. Sizce hayatı fazla mı mekanik ve matematiksel olarak görmekteyiz?

Neo-liberal ideolojinin, insanların “kendin ol”, “önce kendini sev” veya “hayatın-seçimin” gibi taleplerle başa çıkmaları gerektiği zaman yüzleştikleri kaygılarında payı vardır. İnsanlar bugün kaygı hakkında konuştuğunda, geçmişte bir seçenek olarak görülmeyen cinsellik, evlilik, çocuk sahibi olmak gibi konularda, seçimler yapmalarının istendiğini düşünüyorlar. Ancak ne kadar çok seçenek varsa, her durumda ideal bir sonuç elde etmek o kadar mümkün görünebilir. Bu sadece operatörlerini sürekli olarak en iyi anlaşmayı bulabilecekleri umuduyla değiştiren insanlar için değil, aynı zamanda ideal aşk partnerini arayanlar için de geçerlidir. Bu yüzden bazıları bugün sevginin özellikle kaygı verici olduğunu iddia ediyor. Ancak en önemlisi, insanlar genellikle seçimin her zaman bir kayıp içerdiğini dikkate almazlar. Hayatta bir yön veya bir yaşam partneri seçtiğimizde, en azından geçici olarak başka bir seçim yapma olasılığımı kaybederiz. Kaybetme olasılığı üzerindeki bu endişe, bazı insanları herhangi bir seçim yapamaz hâle getirir.

Doksanlı yıllardan beri insanların “daha iyisi” için çaba sarf ettiğini görmekteyiz. İnsanların kazanma arzusu sürekli büyüyor. Post-korona dönem için kazanma ve büyüme ihtirasının dizginlendiğini söyleyebilir miyiz? Yani post-korona dönemde, o hep “daha iyisini isteyen insan”, “hayatta kalsam yeter” der mi?

Modern toplumun sorunu, örneğin gelecek yirmi, elli veya yüz yıl içinde neler olabileceğini öngörerek geleceği düşünmemizin inanılmaz derecede zor olmasıdır. Ve gelecekten korktuğumuzda, geleceğin bir şekilde ilerleme fikrini içermeyeceğinden de korkuyoruz. İklim değişikliği sorununa bakarsak, doğanın sömürülmesine dayanan ilerlemeyle ilgili takıntımızın faturasının yeni nesil tarafından alınacağını itiraf etmeliyiz. Refah, gelişmiş dünyadaki mevcut nesillerin en önemli şeyiydi, birçok insanın daha uzun ve daha sağlıklı yaşamasına olanak sağlayan bir şeydi. Mevcut pandemiye kadar, doğayı mahvetme faturamızın gelecek nesillere tahsil edileceğini dikkate almadan “her koşulda ilerleme” fikrini körü körüne takip ediyorduk. Bizim kuşağımızın sorunu, hızlı gelişmenin ürünü olan çeşitli huzursuzlukların görülmemesidir. Sigmund Freud zaten uygarlığın huzursuzluğunun ve bireyin huzursuzluğunun nasıl el ele gittiğini inceliyordu; bu da sosyal değişimlerin, bireylerin acılarını ve şikâyet ettikleri depresyon, kaygı, tükenmişlik gibi yeni psikolojik belirtilerin toplumun işleyişini de etkilediğini gösterir.

COVİD-19, İNSANLARIN YAŞADIĞI PSİKOLOJİK ACIDA RADİKAL BİR ARTIŞA SEBEP OLDU

Yani kovid sonrası dönemden çok da umutlu değilsiniz anlaşılan…

Post-endüstriyel kapitalizm ideolojisi, büyük ölçüde sonsuz ilerleme fikrine dayanmıştır. Bununla birlikte, bugünün dünyasında bu yapılamadığı için yetersizlik hissinde ve özellikle suçluluk duygusunda bir artış olmuştur. Yeni koronavirüs dünyanın birçok yerinde ilerlemeyi geçici olarak durdurmuş olsa da, şimdiye kadar neo-liberal ilerleme fikirlerinde değişikliklere yol açmadı ve meselea iklim değişikliği konusunda da bir yavaşlamaya sebep olmadı. Aynı zamanda, Covid-19 zamanlarında psikolojik acıda radikal bir artış gözlemliyoruz.

İNSANLARIN KARARLARINI MANİPÜLE ETMEK ARTIK DAHA KOLAY

Sosyal çevrenin baskın gücü ve sanal ortamın çekiciliği göz önüne alındığında, insanların kararını manipüle etmek geçmişe göre daha mı kolay yoksa daha mı zor? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sanal ortam, sosyal çevre ve bunlarla birlikte günümüze dair pek çok faktörün de etkisiyle insanların kararlarını manipüle etmek kesinlikle artık daha kolay. Sosyal medya, reklamları ustaca sunarak kitleleri hedeflemeye olanak tanıyan geniş bir veri koleksiyonuna ve gizli algoritmalara dayanır. “Cambridge Analytica” skandalından sonra, sosyal medyanın insanların siyasi tercihlerini manipüle etmesinin ne kadar kolay olduğunu öğrendik. Ancak bugünkü sorun, bazı insanların, gerçek hayatta  doğrulayamadıkları sahte haberleri sosyal medya yardımıyla yaymaktan özel bir zevk duymasıdır.

Peki, sosyal medyada ya da gerçek hayatta yalan bir haberi yayma arzusunun psikolojik ya da sosyolojik kaynağı ne olabilir?

 Araştırmacılar Michael Bang Peterson, Mathias Osmundsen ve Kevin Arceneaux, sahte haberleri, komplo teorilerini veya hor gördükleri gruplara karşı siyasi olarak motive edilen saldırıları yaymak için internette çok aktif olan insanları analiz ettiler. Bu insanlarla yapılan röportajlar, yaydıkları hikâyelerin gerçek olduğuna inanmadıklarını, kendileri için önemli olanın siyasi muhaliflerine olan öfkeyi kışkırtmak olduğunu ve bazılarının yıkımın kaosundan zevk aldığını ortaya çıkardı. Araştırmacılar, bu kaos ihtiyacının bazıları için statü kaybı, toplumdan dışlanma hissi ile bağlantılı olduğunu düşünüyorlardı. Yakında çıkacak olan The Passion of Ignorance ( Princeton University Press, 2020)* kitabımda, iki farklı cehalet anlamı arasındaki bağlantıya bakıyorum. Terimin bir anlamı, bilgi eksikliği veya bazı durumlarda bilmeme arzusuyla ilgilidir; ikinci anlam ise insanların birbirleriyle olan ilişkilerini içerir, örneğin, belirli bir davranışı görmezden geldiğimizde ve fark etmek istemediğimizle ilgili. Bugün olan şey, gitgide daha fazla insanın toplum tarafından göz ardı edildiğini hissetmesidir ve bu, yalnızca internetteki saldırganlık ya da yanlış bilgilerin sosyal medyaya kasıtlı olarak yayılması yoluyla gösterilse bile, bilgi hakkında cahil olmalarına, hatta yıkım konusunda tutkulu olmalarına katkıda bulunur.

*Cehalet Tutkusu

Posted in Genel