Dünya görüşü, ideolojisi ne olursa olsun, aydınlar ‘yaratıcı yazarlık’ dersi vermeyi çok severler. Güya farklı açılardan bakmayı, soru sormayı, sorgulamayı çok severler. Eğer bu gerçekse, bu soruyu niçin sormuyoruz: Aydın dilekçelerinde niçin ‘yaratıcılık’ yoktur? Gerçeği niye itiraf etmiyoruz. ‘Yaratıcılık’ Serdar Ortaç’ın şarkı sözlerindedir, aydın dilekçeleri klişe yağmurudur! ‘Biz aşağıda imzası olanlar’ diye başlar, kopyala-yapıştır cümlelerle devam eder.
Söyleşi | YUSUF GENÇ
Abi üç yıl önce ‘Entelektüellerin Hurafeleri’ diye harikulade bir kitap yazmıştınız. ‘Türk aydını’ denilen türün de ipliğini ortaya koyan bir yumruktu o kitap. Ellerindeki fenerin aslında yanmadığını söylediniz onlara. Son uzun zamanlar için konumuz değişmedi. Baştan başlayalım istiyorum. ‘Aydın’ diye bir şey var malum. Hâkim fotoğrafı; ‘bir toplum eğitmeni.’ İlk soru bu olsun, nedir aydın, ne iş yapar?
Ampuldür; karanlıkları aydınlatır! (Gülüyor) Aydın, adı üstünde, Aydınlanma’nın bayiidir. Tekel bayiine de benzetilebilir. Bilgi onun tekelindedir, o da bilginin bayiidir. Paris Türkçesiyle söylersek, “tacheron”dur. Aydınlanma’nın taşeronudur. Türk Dil Kurumu, Fransızca “tacheron” kelimesini “yüklenici” diye tercüme etmiş. Aydınımız “yüklenici”dir, yükü ağır mı ağırdır. Her vesile ile toplu dilekçeler vererek, taşeronluktan kurtulmayı, kadroya alınmayı bekleyen, dertli mi dertli bir topluluktur.
Dürüst olmak gerekirse, benim için sıkıcı bir konu. Kitaptaki yazıları yazarken, ilk başta çok eğleniyordum. Fakat sonra aydınların klişeleri sıkmaya başladı. Gerçek midir, şehir efsanesi midir bilinmez, ama “Halkın 400 kelime ile konuştuğu” söylenir. Eğer bu doğruysa, çok daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü aydınların dağarcığı, kelime haznesi halktan geniş değil. Bir aydının dilinden düşürmediği kavramları hatırlayalım: Ötekileştirme, nefret söylemi, faşizm, dünya vatandaşı, basın özgürlüğü, kimlik, varoluşçuluk, din savaşları ve saire. “Evlilik aşkı öldürüyor” deyip dururlar, fakat evlenmeyenler niçin aşkı yaşatamıyor? Çocuklar öldürülmesin deyip dururlar, güya bütün çocukların sorumluluğunu taşırlar, fakat bir çocuğun sorumluluğunu bile taşıyamazlar. Ezberci eğitime karşıyız der dururlar, eğitimin zaten ezber demek olduğunu bilmezler, eğitim ile öğretim arasındaki farkı açıklayamazlar. Güya hümanisttirler, fakat halkı insan yerine koymazlar. Güya nefret söylemine karşıdırlar, fakat halktan bahsederken nefret söyleminin en galiz örneklerini sergilemekten geri durmazlar. İslam ülkeleri niçin bu halde deyip dururlar, fakat “İslam ülkeleri”nin sadece kâğıt üzerinde ülke olduğunu, bunlar gerçekten ülke olmadığı için İslam dünyasının bu halde olduğunu göremezler. İlk Irak Kralı Şerif Bin Hüseyin’in cv’sine bile baksalardı, meseleyi anlayabilirlerdi. Batılıların işe aldığı Şerif bin Hüseyin ‘profesyonel kral’dı. Irak kralı olmadan önce Suriye kralıydı!
ANALİTİK ZEKÂSI OLMAYAN AKADEMİSYENLERİN YAPTIĞI AKADEMİK TERÖRDÜR
Daha birkaç gün önce bin bilmem kaç tanesi toplanıp bildiri yayınlamıştı. Entelektüellik; muhalifliktir iri dolmasının yanında…
Dünya görüşü, ideolojisi ne olursa olsun, aydınlar “yaratıcı yazarlık” dersi vermeyi çok severler. Güya farklı açılardan bakmayı, soru sormayı, sorgulamayı çok severler. Eğer bu gerçekse, bu soruyu niçin sormuyoruz: Aydın dilekçelerinde niçin “yaratıcılık” yoktur? Gerçeği niye itiraf etmiyoruz. “Yaratıcılık” Serdar Ortaç’ın şarkı sözlerindedir, aydın dilekçeleri klişe yağmurudur! “Biz aşağıda imzası olanlar” diye başlar, kopyala-yapıştır cümlelerle devam eder.
Gündemde olduğu için bu örnekle başladık, başlamışken bir iki noktanın altını çizerek devam edelim. “Minibüs terörü” diyebiliyorlar, “devlet terörü” diyebiliyorlar, ama “PKK terörü” diyemiyorlar. Terör Fransızcadan Türkçeye girmiş. Terör kavramı yerine, eskiden ‘tedhiş’ kullanılırdı. İnsanı dehşete düşüren olaylara tedhiş denirdi. Analitik zekâya sahip olmayan akademisyenler de tedhiştir, akademik terördür.
Devamı Cins Dergi Şubat sayısında..