Medeniyet bir sonuçtur. Müslüman, medeniyet kurmak, yani belirgin bir hegemonya, mimari üslup, şehir planı, iktisadi nizam inşa etmek için yola çıkmaz tam tersine Müslüman olarak yaşama biçimi geliştirdikten sonra yapıp ettikleri ister istemez bir sonuca onu iletir; işte bu sonuç medeniyettir.
ERCAN YILDIRIM
Müslüman, İslam’ı hiçbir maddi dayanağa başvurmadan yaşama cehdinin adıdır. Müslüman, hiçbir maddi beklentiye girmeden dünyayı soluklanıp yoluna devam edeceği mecra olarak görme erdemine sahip olabilendir.
Ne Ammar bin Yasir’in ıstırabını anlatmaya ne de Hz. Ömer’in devlet işlerini yaparken kullandığı farklı mumları örnek göstermeye yeltenecek değilim. Ebu Talha’nın infak ayeti gelir gelmez Medine’nin en güzel hurmalığını bağışlamasından çok “tereddüt etmemesi”ni önemsiyorum.
Bilinenin aksine bir fikri yerleştirenler, bir yapıyı inşa edenler sade yaşayıp hayatına, idealleri ve ilkeleri uyarınca değer katanlardır. Peygamber Efendimiz ve mübarek sahabeleri sade yaşadılar, onların soyundan gelenler fethettikçe maddi olanı da yücelttiler. Abbasiler döneminde öyle bir şaşaa inşa edildi ki, “Binbir Gece Masalları”, “uçan halı” fantezileri bile üretildi. Gaza ehli de sade yaşadı; ganimet, “biriktirmek” değil hayatını sürdürmek için gerekliydi. Onların soyundan gelenler de sadeliği, “ila-yı kelimetullah” için çarpışmayı bıraktılar, kabuklarına mum konulmuş kaplumbağaların salındığı Sadabad eğlenceleri düzenlediler.
MEDENİYET, BATI MEDENİYETİDİR
Batı medeniyetinin moderniteyle birlikte İslam âlemine karşı üstünlüğü ele geçirmesinden sonra başlayan kritik süreci idare edenler “suçlu arayışı”yla işe koyuldu. Müslümanların yükselişi ve düşüşü üzerine tezler birbiri ardınca sıralanıyordu. Batı, medeniyet olarak yükselmiş, İslam medeniyet bakımından gerilemiş ve yenilmişti. İslam ile batı arasındaki kavga “medeniyet” üzerinden gerçekleşti. Batı, teknik ve teknolojik “ilerlemesi” yüzünden Müslümanları geride bırakırken Müslümanlar tekrar önderliği yani “medeniyeti” ele geçirmeliydi. Dolayısıyla “güç” medeniyete yani insanların üzerinde hükümdar olunacak alete sahip olmaktaydı. Burada kavga sonraki yıllarda medeniyetin ne olduğu üzerine yoğunlaştı.
Medeniyeti döngüsel tarih tezini savunan ve insanlığın alet – edevat dolayısıyla aşamalarını açıklayan İbn Haldun’u merkeze alan Müslümanlar tekrar medeniyete kavuşmayı bekliyordu. Medeniyet algısı çatallaşmaya başladı; insanlığın gelişmişliğini tarif eden medeniyet ile bir milletin bir başka millete üstünlük kurduğu araçları anlatan medeniyet fikri karşı karşıya geldi. Medeniyet, İslam medeniyeti kavramı etrafında başı sonu belli “ideoloji” haline dönüştürüldü, düpedüz batının elinden onun aletlerini alarak batıya galebe çalmayı karşılar hale geldi.
İslam medeniyetini tekrar kurma fikri ütopik algıları besledi; halbuki medeniyet doğrudan aktüel olanı karşılıyor, içinde bulunulan çağda gücü kim elinde tutuyor, “kültürü kim üretiyorsa” medeniyet oydu. Dolayısıyla Medeniyet demek batı medeniyeti demekti. Ömer Seyfettin de, Akif de medeniyet derken yürürlüktekini yani batı medeniyetini kasdetti.
MEDENİYET ÖZ DEĞİL AKIŞKAN VE SENTEZDİR
Medeniyet bir sonuçtur. Müslüman, medeniyet kurmak, yani belirgin bir hegemonya, mimari üslup, şehir planı, iktisadi nizam inşa etmek için yola çıkmaz tam tersine Müslüman olarak yaşama biçimi geliştirdikten sonra yapıp ettikleri ister istemez bir sonuca onu iletir; işte bu sonuç medeniyettir.
Devamı Cins Dergi Nisan sayısında..