Hocam, kusura bakmayın ama bu ferasetsizliğinizle nasıl oluyor da binlerce yıllık geleneğe saldırma hakkını kendinizde görüyorsunuz? Bu basiretsizliğe rağmen bu nasıl bir cürettir ki binlerce yıllık yorumları yerden yere vurabiliyorsunuz? Gerçekten sizin için söylüyorum, bu denli görünür olan meseleleri göremediğiniz halde, bu denli aşikâr olanı fark edemediğiniz halde nasıl oluyor da hala çıkıp insanlara bir şeyler söyleyebiliyorsunuz? Kendi çağındaki meseleleri bile doğru okuyamayan biri mi bize bin yıl önceki tartışmaları doğru okuyacak? Allah aşkına yapmayın.
İRFAN TABANCA
Benim itikadi ve politik yorumuma göre “biz” dediğimiz şey, oldukça çatı bir çerçeve sunar bize. İlkesel çerçeveyi İmam-ı Azam Ebu Hanife’den alıyorum: “Tenzilin inkârı söz konusu olmadıkça, tevilin inkârı küfrü gerektirmez.”
Yani Büyük İmam diyor ki, tenzilin, yani nüzul edilmiş olanın, yani doğrudan yorumsuz olarak Kur’an’ın inkârı söz konusu olmadıkça, Müslümanların Kur’an’dan çıkardıkları yorumları reddetmek kimseyi dinden çıkarmaz. Çünkü yorum, Kur’an değildir. Bu büyük yorum, güzel ve geniş bir çerçeve olduğu kadar “Kur’an” ile herhangi birinin Kur’an’dan çıkardığı “yorum”un başka şeyler olduğunun da altını çizmemize yardım ediyor.
Daha modern bir şekilde ifade etmeye çalışayım. İletişim fakültelerinde talebelere öğretilir. Enformasyon, manipüle edilmeksizin üçüncü hatta ikinci kaynaklara ulaştırılamaz. Yani bir ‘bilgi’, bir ‘kaynak’tan çıktıktan sonra bir ‘aracı’ vesilesiyle başka bir ‘alıcı’ya ulaşır ya, işte o ulaşımda, alıcının aldığı bilginin kaynaktan çıkan bilgiyle birebir aynı olmadığını söyler bu. Az ya da çok manipüle olmuş, değişmiş, şahsi yorum katılmıştır.
Peki, daha basit ifade etmeye çalışayım. Kur’an’daki bir ayet, Allah’ın kelamıdır. Bir Müslüman için tartışılamaz, sorgulamaya tabi tutulamaz ve eleştirilemez mutlak bilgi/öğüt ya da emirdir. Yapabileceğin tek şey onu anlamaya çalışmaktır. Hikâye burada başlıyor zaten. Anlamaya çalıştın ve bir anlam çıkardın o ayetten diyelim. Ve son tahlilde “şunu diyor” dedin. İşte tam olarak senin “şunu diyor” dediğin şey, senin yorumundur artık Allah’ın kelamı değildir. Hiç kimse kendi yorumuna, “Allah’ın ayeti” muamelesi yapamayacağı gibi, kendi anladığı şeyi de Müslümanların kafasında kılıç gibi sallayarak “Allah böyle dedi” diyemez.
Sanırım anlaşıldı. İlim kelimesinin etimolojisi de zaten kendi dünyasını ve hareket tarzını bize bu açıdan anlatıyor. Pıt diye olan bir şey değil, ilmek ilmek örülen bir şeydir. Gelenek neydi? Gelene yapılan ‘ek’ti. Gelene-ek. “İlim ilim ilmektir / İlim kendin bilmektir” diyen Yunus Emre’ye selam!
İkinci ilkesel çerçevemi de ehl-i sünnetin reisi İmam Maturidi’den alayım. Tevhide ilişkin olmayan her şey tali meseledir, sadedinde bir yorumda bulunuyor büyük İmam. Yoruma açılan bu büyük sahadır işte Selçuklu ve Osmanlı devresinde adil bir medeniyet kurmamızı sağlayan şey. Tam bu noktada yine o ‘yorum anarşisi’ devreye giriyor işte. Detay bir konu, Hocaefendi’mizin zihninde birbirine bağlanarak tevhide ilişkin kılınıyor. Bu bir yorum. Bu yorumdan hareketle kalkıp Müslümanları dövmeye başlıyor. Şu ana kadar isim vermedim, Türkiye’deki modern Hocaefendi’lerin pek çoğunun gidip geldiği yerler burası çünkü.
“Peygamber yerine geçen hocalar / Bu halkın başına zahmetli oldu” diyor ya Yunus Emre Efendimiz, orada durup bir şeyler söyleyeceğim müsaadenizle.
MUSTAFA İSLAMOĞLU FOREVER
Neyse. Konu bunlar değil. Çerçevelerimi büyük bir titizlik ve nezaketle çizdim ki şimdi diyeceklerimi diyeyim. Mustafa İslamoğlu’nu elbette klasik tartışmalar üzerinden eleştirecek değilim. Yani kendi babası Ahmed İslamoğlu Hoca’nın kendisi hakkında dediklerine değinecek değilim burada. “Hayızlı kadın” tartışması gibi artık İslamoğlu’yla marka eşitlenmesi yaşayan tartışmalara da girmeyeceğim. Kendisi hakkında yıllar önce dile getirilmiş ithamlara da temas etmeyeceğim çünkü konu bunlar değil.
Ama bir veçhesiyle hiç konuşulmayan o “Fethullah Gülen bahsini” merkez yapmak niyetindeyim burada. Çünkü çok açıklayıcı bir örnek bizim için. Bazı sorular var burada. İslamoğlu bunlara cevap verdi mi? Müridanına göre evet. Bana göre hayır. Anlaşalım, açık yüreklilikle konuyu açıp üzerine konuşunca cevap vermiş olmuyorsunuz. Kaldı ki meselenin diğer soru/nlarını ortadan kaldırmış da olmuyorsunuz.
Mustafa İslamoğlu, birkaç yıl evvel Fethullah Gülen’i eleştirenlerle ilgili “O bizim hocamız. Hocamız bir âlim. Onun gibi birini yetiştirin de göreyim. Fethullah Hocamızın ayakkabısını yetiştirin de alnınızdan öpeyim” demişti. Yine yıllar evvel bizzat hutbede, Pensilvanya’ya kaç kez gittiğini, orada neler yaptığını da anlatmıştı. O günlerde mesela İsmet Özel gibi pek çok başka isim de Gülen’in ne olduğuna ilişkin gayet bugün de arkasında durulur şeyler söylüyorlardı.
Sonra zaman ilerledi, 17/25 Aralık hadisesi ortaya çıktı ve Mustafa İslamoğlu, tam bir “âlim cesaretiyle” “Fethullahçılardan en büyük zararı ben gördüm” çıkışında bulundu. Güzel ve şık bir dönüş oldu bu. Bu iki farklı tutum kendisine hatırlatılınca siyasilerin de yıllar evvel Gülen örgütünü övmesini bir kurtuluş kartı olarak öne sürdü. Soruyu soranı da bağladığı için, konu kapanıverdi.
Şimdi geliyoruz en eğlenceli yere. Otuz küsur yıllık hayatının hiçbir anında Gülen örgütü ile ilgili olumlu tek bir cümle kurmamış ve kuranlarla da ilgilenmemiş biri olarak Mustafa İslamoğlu’nun ‘u dönüşü’ benim bünyemde etki yapmıyor. Soru varlığını ben de sürdürüyor. İsmet Özel, yaklaşık altmış yıldır Türkiye üzerine cümleler kuruyor ve tek bir olumlu cümle sarf etmiş değil. Dahası, belki otuz yıl önceki yazılarına bakarsanız Gülen örgütünün ne olduğunu anlattığına da tanıklık etmeniz mümkün olacak. Siz Sayın Mustafa İslamoğlu, çoğunluğu da oluşturan diğer başkalarıyla Fethullah Gülen Hocanızın kıymetinden bahsederken, mesela İsmet Özel okurları da Milli Görüş çevresi de Fethullah Gülen Örgütünün gerçekte nasıl kirli bir yapı olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Ve fakat o günler siz Fethullah Gülen’i eleştirenlere kızıyordunuz.
Yanlış anlaşılmak istemem. İsmet Özel ile Mustafa İslamoğlu’nu kıyaslıyor değilim. Mustafa İslamoğlu’ndan İsmet Özel gibi feraset ve basiret sahibi olmasını da bekliyor değilim. Bu her şeyden önce Mustafa İslamoğlu’na haksızlık olur. Bu sadece hacim ve kapasite işi de değil, niyet ve zihin berraklığı bir yerde.
Daha eğlenceli yere gelmeye başladık. Hem Mustafa İslamoğlu’na hem de diğer zamanının Fethullah Gülen övücülerine sorulan “ne iş” sorusuna hepsinin verdiği cevap aynı siyasi çakallığı barındırdı bugüne kadar. Meseleyi kapatmak ve soru soranı susturmak için “Cumhurbaşkanımıza da aynı soruyu sorabiliyor musunuz” deyip işin içinden çıkıverdiler. Bu yazı yüzünden bana kızanlar varsa onlar da bu soruyu içinden geçiriyorlar biliyorum. Mustafa İslamoğlu da bu soruya benzer bir yanıt verdi ve konu kapandı. Sandılar.
Ama öyle değil hacılar. Gelin bakalım meseleye. “Başörtülü kızlar Suud-i Arabistan’a gitsin” diyecek kadar İslam meselesinde katı tutumuyla kırk yıl bu ülkede terör estiren Süleyman Demirel, Fethullah Gülen’i pek severdi doğrusu. Mikrofonu önce ona verecek kadar hem de. Tansu Çiller de severdi kendisini. “Bu kadına haddini bildirin” çıkışıyla ömrünün son günlerinde de tutumundan vaz geçmeyen Bülent Ecevit bile bayılırdı kendisine. Ne anlıyoruz buradan? Ve elbette 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan tablodan? Uluslararası bir şebeke olan bu Gülen Örgütü, Türkiye’deki siyasi kurumların hemen tamamını etkisi altına almış. Devlete çöreklenmeleriyle bütün siyasi iktidarları kendileriyle belli bir ilişki içinde tutacak gücü elde etmişler. Tamam, adamlar çok güçlüydüler, 15 Temmuz’dan sonra anladık ki tahmin ettiğimizden bile güçlüymüşler. Ak Parti gibi on yıl tek başına iktidarda kalmış bir partiyi bile 17/25 Aralık operasyonunda az kalsın götürebilecek kadar güçlü olan bu yapının, koalisyon dönemlerindeki gücünü varın siz anlayın. Sadece bu da değil. Bu kirli örgüt, Aydın Doğan’ın damadından Rahmi Koç’un oğluna, Sabancı ailesine kadar etki sahibi olmuş. Güçten korkmuşlar. Hatırlayın, bunlara hayatı boyunca selam vermeyen tek adam hayatı boyunca muhalefette kalmış ve bir kez iktidar olduğunda ancak 11 ay iş başında kalabilmiş tek siyasi adam Erbakan’dı. Başka herkes ya dereyi geçene kadar ya da bilerek ve isteyerek ceket iliklemiş bunların karşısında. Şimdi buradaki yorumu ister olumlu ister olumsuz anlamak mümkün. Neyi isterseniz o. Siyasetin doğasına ilişkin yorumlarda bulunmak da mümkün. Siyaset zaten yutkunma sanatıdır. Ama…
Ama. Sen siyasi bir figür değilsin. Sen ticari bir figür değilsin. Sen bir hoca efendisin. “Bizim aile haksızlık karşısında her zaman konuşmuştur” diye sağlam pr retoriği yapacaksan bu soruya cevap vermen lazım her şeyden önce. Eleştirildiğin zaman “hak bildiğimi her zaman söyleyeceğim” diye esip gürlemek fiyakalı bir şey ama bu soruya cevap vermen lazım.
Sürekli yakındığın şey politik olanın pragmatikliği değil mi? O kadar ki “uydurulmuş din” diye markalaştırdığın şeyin başlama hikâyesinin de bu olduğunu bizzat kendin söylüyorsun. Ve fakat bizzat kendin bunun bayraktarıymışsın Hocam? Gücün karşısında geri adım atıp da, açık haksızlık karşısında sustun mu? Mesele bu mudur? Bir “hoca”dan çok siyasi bir figür olarak mı bu topluma konuştun Hocam?
Bakın, haksızlık etmemeye çalışıyorum. Bu bir soru sadece. Mustafa İslamoğlu Hoca, pekâlâ şunu diyebilir: “Politik davranmadım, haksızlık karşısında siyasi ya da ticari konumumu korumak için susmuş değilim. Sadece aldanmış oldum. Yaptıkları çalışmalara bakınca, toplumumuzun büyük kısmı gibi ben de iyi şeyler yaptıklarını düşündüm. Bir Müslüman olarak hüsn-ü zanda bulundum.” Mustafa İslamoğlu elbette herkes gibi bunları söyleyebilir. Aldatılmaktan münezzeh olan yalnızca Allah’tır çünkü. İnsan yanılabilir, hata yapabilir, eksik yorumlayabilir, korkabilir, çekinebilir. Bunlara elbette bir şey diyecek değilim. Hepimizin hayatı pişmanlıklarla, hayal kırıklıklarıyla dolu. Olur, olmuştur, olacaktır.
Ve fakat bu durumda Hocam, kusura bakmayın ama bu ferasetsizliğinizle nasıl oluyor da binlerce yıllık geleneğe saldırma hakkını kendinizde görüyorsunuz? Bu basiretsizliğe rağmen bu nasıl bir cürettir ki binlerce yıllık yorumları yerden yere vurabiliyorsunuz? Eğer iyi niyet işleteceksek, gerçekten sizin için söylüyorum, bu denli görünür olan meseleleri göremediğiniz halde, bu denli aşikâr olanı fark edemediğiniz halde nasıl oluyor da hala çıkıp insanlara bir şeyler söyleyebiliyorsunuz? Kendi çağındaki meseleleri bile doğru okuyamayan biri mi bize bin yıl önceki tartışmaları doğru okuyacak? Allah aşkına yapmayın.
İyiyle kötüyü, faydalı olanla zararlı olanı, hainle dost olanı bu kadar birbirine karıştırmış birinin, normalde “Allah bana bu idraki vermemiş, oturup torunlarımla meşgul olayım” demesi gerekmez mi? Hem kendisi hem de bütün bir toplum için bunu demesi gerekmez mi? Başta söylediğim gibi, “yorum”un kendisine asla “vahiy” muamelesi yapıyor değilim. Gelenek de eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Ama siz belki bu ülkede bunu yapacak son kişisiniz Hocam. Allah aşkına fark edin şunu. Fark edin ve susun. Tüm bunlardan sonra çıkıp “İlahiyat ve İmam Hatip’ler DEAŞ zihniyeti yetiştiriyor” demek ne demek hocam? Refikimiz İsmail Kılıçarslan’ın yazısında dile getiremediğini diyeyim: bir ‘görev’ yoksa burada, bu nasıl bir aymazlıktır? Yazının ilk kısmından da anlamak mümkün, İhsan Şenocak Hoca ile de pek çok görüş ayrılığımız olabilir. Ve fakat bu siyasi tabloda ‘İhsan Şenocak’ı DEAŞ zihniyeti yetiştirmekle itham etmek’ kusura bakmayın ama art niyetten başka bir şey değildir.
BİRAZ HİLM, BİR PARÇA HUZUR
Mesele şu aslında; normal şartlarda bir tribün lideri olması gereken adam, Türkiye anormal şartlarda seyretti diye meslek olarak din adamlığının içinde bulmuştur kendini. Hepsi bu. Bana kızmalarına gerek yok. Aksi takdirde ilmi ihtilaf konularına bu denli yüksek heyecanla katılmaması gerekirdi. Şaşkınız. İslam neydi? Güzel ahlaktı…
Mustafa İslamoğlu’nu en son ne zaman şık bir hareketle yüzümüzü güldürürken hatırlıyorsunuz? En son ne zaman zarif bir hareketle hepimize ‘vay be’ dedirttiğini hatırlıyorsunuz? Hadi İslami hassasiyetleri olanları geçtim, Türkiye’nin tamamının gündemine ne zaman ‘ince’ bir hareketle girebildi Mustafa İslamoğlu? Bu bir soru sadece. Devamlı bir gerilimin, devamlı bir şiddet halinin, devamlı muarız bir çehre ya da muarızlarına cevap veren bir çehre halinde görüyoruz İslamoğlu’nu. Nerede İslam’ın o hilm hali? Üslubundaki o yumuşak adam sözleri cümleye döküldüğünde elinde din kılıcı olup, dinin sahibi adına dindarları kesen bir savaşçıya dönüşüyor. Ama sadece dindarları kesen…
Türkiye’deki hemen tüm tartışmalar, hepimizi ya da itikadi olarak tarafgir ya da politik olarak harici kılmaya zorluyor. Başka bir saha açılamıyor diyecek değilim. Derdimizi anlatamıyoruz diyeceğim. Bu mesele de böyle. Bir de elbette tahammül meselesi var. Bizzat İslamoğlu’nu bilmiyorum kendisi hakkında yapılan eleştirilere ne diyor diye. Ancak müridanının bu kadar tahammülsüz olması da, İslamoğlu’nun o eleştirdiği yapılardan doğrudan birine dönüştüğünü göstermiyor mu?
Keşke sadece yorum yapsan, yorum yapmıyor Müslümanları yoruyorsun Hocam. Bunu fark etmek için daha ne gerekiyor? Klima ustası Serkan’ın da dediği gibi, yaptıklarını görünce: “Ağlamam geliyor.”
Cins 2017 Şubat