Bu dünyayı paylaşan nesneler olarak her birimiz sadece bilgiyle donanmış değiliz aynı zamanda birer ‘bilgi’yiz. Bu sebeple de sadece anlamlı değiliz, aynı zamanda anlamlardan oluşuyoruz.
ÖMER TÜRKER
Şaşırtıcı bir şekilde şuur ve idrakten örülmüş bir âlemde yaşıyoruz. Her şey bir bilgiler kümesinin oluşturduğu bir anlamlar yumağını andırıyor. Şuur olmadan bir madenin filizlenmesi, bir bitkinin veya hayvanın beslenmesi, büyümesi, üremesi ve türlü hareketler yapması, bir insanın hayatını idame ettirmesi düşünülemez. Öyle ki bütün bunları bilen bir özne ve nihai bir fâil olmasa herhangi bir şeyin var olabileceğini söylemek neredeyse imkânsız. Bu dünyayı paylaşan nesneler olarak her birimiz sadece bilgiyle donanmış değiliz aynı zamanda birer ‘bilgi’yiz. Bu sebeple de sadece anlamlı değiliz, aynı zamanda anlamlardan oluşuyoruz.
Fakat biz insanları diğer bilgi ve anlam kümelerinden ayıran bir özelliğimiz var: Terkibimiz, bilgi ve anlam olarak var olmamızı mümkün kılmakla kalmıyor, aynı zamanda bilgi ve anlam olduğumuzu idrak etmemizi de sağlıyor. Yani kendi kendini görebilen gözler gibiyiz. Bu bakımdan insan olarak bizlerin idraki, biri içe, diğeri dışa dönük olmak üzere iki yönlüdür. İçe dönük idrakimiz sayesinde kendimizi idrak eder ve var olduğumuzun farkına varırız.
Kendimizi idrak öylesine ayrıcalıklı bir özelliktir ki bize fark ettiğimizi fark etme veya şuurun şuurunda olma özelliği kazandırır. Diğer deyişle sadece bilmekle kalmayız, bildiğimizi de biliriz. Çünkü bildiğimizi bilmediğimiz takdirde hiçbir şey bilmiş olmayız ve yalnızca bilgiler yumağı olarak kalırız. İdrak ettiğimiz şeyler ise bu bilgi yumağına eklenen anlamlar yığınına dönüşür. Dışa dönük idrakimiz sayesinde ise kendimiz dışındaki nesneleri idrak eder ve başka anlamları benliğimizin bir parçası haline getiririz. Anlam yumaklarını parçalara ayırır ve her bir anlamla tekil olarak karşılaşmanın hazzını yaşarız. Böylece hem anlamlar düzenini zihnimizde yeniden inşa ederiz hem de onlarla birlikte kendimizi inşa ederiz. İşte idrakimizin içe ve dışa dönük yönleri, nesnelerin bize birer anlam olarak sunulduğunu vermesinin yanı sıra onların kendinde birer anlam olarak var olduğunu da anlatır. Bu sebeple ilk bakışta sanıldığı gibi idrakimiz, nesnelerin anlamlarını onların somut varlığından soyutlayarak elde etmez. Tersine anlamlar bileşkesini parçalar ve unsurlarına ayrıştırır. Çünkü bir bütünden soyulan ve parçalanan her şey yine bir anlam olarak zihindeki yerini alır. Tam da bu özelliğinden dolayı yalnızca insan aklı, nesnelerin mahrem dünyasına girer, anlamlar arasındaki ilişkiyi çözümler, her biriyle hem onlardan biri hem de başkası olarak karşılaşır. Bizi içinde yaşadığımız âlemde birer özne ve fâil haline getiren de idrakimizin bu iki yönlülüğüdür. Zira bu iki yön sayesinde “benlik” olarak adlandırdığımız bir farkındalığa ulaşırız. Tekil ve yalın olan benlik, içe dönük yönelişi sayesinde tekilliğini korurken dışa dönük yönelişi sayesinde anlamları idrak ederek kendisine dâhil eder ki bu bir tür, anlayarak anladığı şeyi içerme ve onu kendisi kılma eylemidir.
Devamı Cins Mart 2018 sayısında…